Akışa İnat

“Değişmeyen tek şeyin değişim” olduğunu hepimiz öğrendik. Aynı nehirde iki kez yıkanamayacağımızı söylemiş olan Heraklius’dan birkaç bin yıl sonra yeni haber niteliği kalmasa da değişimin kaçınılmaz olduğunu tüm işletme yönetimi, kişisel gelişim kitapları ısrarla yazmaya devam ediyor.

Bu yazıya da “Değişim Yönetimi” seminerlerinin açılış paragraflarında örnek olarak kullanmayı sevdiğim iki yazardan, “Dünya Düzdür” diyen Thomas Friedman ve ikinci de artık en küçük düz bir alan kalmamıştır diyen Richard Florida’dan başlamak istedim. İlk bakışta savundukları görüşler birbirinden çok farklı gibi dursa da , aslında ikisi dedünyanın topografisinin değiştiğini söyler.

 

Yine sorular:

-Topografisi değişen dünyada nasıl var olabiliriz?

-Nasıl büyüyebiliriz?

-Nasıl keyif alarak yaşayabiliriz?

-Nasıl sevdiğimiz işi yaparız?

Sorular üzerinde düşünmeye başlanınca kağıt üzerindeki teorik bilgi ile pratikteki uygulama arasındaki boşluk daha da kritik önem taşımaya başlar. Eski doğrularımızın, eski bilgilerimizin yeni dünyada kendilerine ne kadar alan bulabildiğini uzun uzun tartışmak isteyebiliriz. Bununla birlikte değişen yeni dünyayı tanımlayabilecek çok da fazla bilgimiz olmadan, fikir üretmenin ne kadar sağlıklı olacağını bir kez daha sorgulamak isteyebiliriz. Bu konuda “The Complete Leader”kitabının yazarı Eddie Obeng’in sunduğu görüşün ilk okuyuşta ürkütücü gelmesine rağmen, sonrasında keyifli bir cümleye dönüşme potansiyeli taşıdığına inanıyorum. Obeng’in saptaması eski dünya ile yeni dünyayı karşılaştırır. Eski dünyada fiziksel olarak öğrenmebilme ve davranış değişikliği sergileyebilme potansiyelimizin değişimin hızından daha kocaman ve yeni dünyada ise değişimin bizim uyum sağlayabilme yetkinliğimizden daha hızlı olduğunu söyler. Obeng’in cümlesini okuduktan sonraki ilk tepki “Tüm dünya yanıyor, evyah hepimiz öleceğiz” tadında olsa da aslında çok daha keyifli bir döneme başlıdığımızı da farkedebiliriz. Ve bizim neslimiz tüm sancılarına rağmen hem eski dünyayı, hem de yeni dünyayı tanıyan ve deneyimleyebilen tek nesil olmanın tadını da çıkarma fırsatına sahip:-)Obeng’in kitabı ile devam edersem, bu yazının çıkış kaynağı olan resimdenbahsedeceğim bölüme de gelmiş olurum.

Aslında tam bir resim de değil, bahsettiğim bir illustrasyon, dalgalı deniz taklidi yapan bir dört beş eğimli çizgi ve üzerinde ters dönmüş balık kraker tadında bir küçük balıktan oluşan basit bir görselden söz ediyorum. Obeng’in bu görsel altında kocan harflerle yazmış olduğu cümle de şöyle; “Sadece ölü balıklar akıntıya kendilerini bırakırlar.” Bu cümle sonrasında değişimle ilgili bildiklerimi, şu ana kadar deneyimlerimi nasıl yorumlamış olduğumu bir daha masaya yatırmak istedim.

Kendime sorularım:

-Akışa kendini bırakmak mı, akışa inat yüzmek mi?

-İşin içinde farkındalık, denge gibi müthiş değer ifadelerini katıp orta yolu bulabilirim, yoksa hiç düşünmemek mi daha sağlıklı?

Kendime yanıtlarıma gelince bu dönem yaşamımda kocaman bir yüzdelik alan kaplayan işe odaklanarak düşünmeye başladım. Eski dünya, yeni dünya, sonra neler değişti, şimdi akıntıya inat neler yapıyorum?

Akıntı ile uyum içinde yaşamak gerçekten çok kolay, özellikle iş yaşamından bahsediyorsak başarılı geçen bir kaç yılın ardında, kendini tekrarlayan ancak dışarıdan bakıldığında olduğundan çok daha havalı makyajlayabileceğiniz bir işiniz varsa. Üretim ya da hizmet konusunun başlığının ne olduğundan bağımsız Seth Godin’in “fabrika”olarak tanımladığı iş yerlerinden bahsediyorum. Büyüme eğrisinde gençlik yıllarını uzun yıllar önce geride bırakmış bir organizasyon düşünün. Büyüklüğünden gücünü alan, karlı iyi ve işleyen dolayısıyla kimsenin sorgulamadığı bir sistemden söz ediyorum. Güvenilir ve iyi bir çalışan olduğunuzu son bir kaç yıl içerisinde kanıtladıysanız, artık hayatın sizin için çok da kolay olduğu bir iş yeri hayal edin. Sizden beklenenler çok net, hizmet sunduğunuz iç ya da dış müşteri etkileşimlerinizde sınırlarınız inisiyatif alsam mı diye sorgulatmayacak kadar detaylı tanımlanmış, iş garantiniz de var, çalışma saatleriniz istediğiniz konser programını istediğiniz tarihte yapmanıza izin verecek kadar planlı ve programlı, hatta yıllık izin kullanımının çok da gerekli olduğunu ısrarla savunabilecek durumdasınız. Buraya kadar tüm resmin planlı, programlı ve “mükemmel” olması, kendinizi akıntıya teslim ediyor oluşunuzun en temel dayanağı. Dışarıdan bakan herhangi biri sizin işinizden neden sıkıldığınızı somut, geçerli bir nedene bağlayamamanın yanısıra sizin davranışınızı büyük bir olasılıkla “şımarıkça” değerlendirecektir. Böyle bir iş için kapıda sırada bekleyen onca insanın tahmini kaç kişi olduğu bir kaç cümle sonra netlik bile kazanacaktır. Siz ise zaman zaman çok sıkıldığınızı ancak yine de rahat iş, bildiğimi yaptığım bir iş, nazımı çeken bir iş deyip bu kadar pofurdanmak işin zaten doğasında var, karşılığında para veriyorlar deyip devam edersiniz. Taa ki bir şeylerin değiştiği güne kadar:-)

Benim hikayem de aynen böyle oldu, her şey pek de yolunda giderken (!), bir gün bir şeylerin sesi daha yüksek çıkmaya başladı içimden. Kendimi beş yıl aynı şekilde aynı “fabrika”da çalışıyor olarak hayal ettiğimde ve beş yıl sonraki grileşen resmimi gördüğümde, koşarak uzaklaşmaktan başka hiç bir şey istemedim.

Peki sonrasında ne yaptım?

Güvenli rahat ancak sıkıcı, üzeri tozlanmak üzere olan tabloyu terkettiğimde ne yaptım?

Yaklaşık bir yıldan bu yana güvenli sularda değilim, yaklaşık bir yıldır deli gibi çalışıyorum, neredeyse 7/24’ü zorlamak üzere ve iki gün bile tatil yapamadım. Bununla birlikte son bir yıla baktığımda o kadar çok anlatacak hikayem olduğunu fark ettiğimde, sadece gülümsüyorum. Tabii ki kolay olmadı/ olmuyor. Daha önce üretim hattındaki çalışan gibi işin küçük bir parçasından sorumlu iken, artık tüm sürecin içindeyim. Eskiden akıntıyı kabul edip sakin sakin yaşarken, şimdi akıntıya inat yüzüyorum. Çevremde neler olduğunu çok daha farkındalıkla izliyorum, yeni bir dolu proje üretiyorum, yeni insanlarla tanışıyorum, yeni yazılar yazıyorum ve daha çok gülümsüyorum:-)

Ve son sorular:

-Sizin sularda akıntıyla aranız nasıl?

-Kendinizi akışa mı bırakıyorsunuz?

-Akıntıya inat yüzmeye mi çalışıyorsunuz?

-Her ne yapıyorsanız farkındalıkla mı yapıyorsunuz?

-Her ne yapıyorsanız, seçimleriniz yüzünüzü güldürüyor mu?

 

Mine Kobal Ok