Bedava
Bedava yaşıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamurbedava;
Otomobillerin dışı,
Sinemaların kapısı,
Camekanlar bedava;
Peynir ekmek değil ama
Acı su bedava; Kelle fiyatına hürriyet,
Esirlik bedava, Bedava yaşıyoruz, bedava.
Orhan VELİ
 
“Yeni dünyada var olabilmek için tüm bildiklerinizi unutun”, “Değişen dünyada var olabilmek” ve “Oyunun yeni kurallarını siz yazın.” cümlelerinin liderlik konferanslarının, yönetim gelişim kitaplarının çarpıcı satış cümlelerinden daha fazlası olduğunu hep birlikte öğreniyoruz.
 
On beş yıl önce ekonomi eğitimi alırken doğru kabul edilen bir çok kavramın bugünün iş dünyasında sorgulanmaya başladığına şahit olmak gerçekten çok eğlenceli. İkinci rönesansı öncesi ve sonrası ile deneyimleyebilen kaç nesil var ki?
 

“Azalan Marjinal Fayda” birinci sınıf Ekonominin Temelleri dersinin ilk haftalarında işlenenbir konu, bir aksilik olmadıysa bugün de aynı şekilde ders kitaplarında yer alıyordur. Çöldeki ilk bardak su pek değerli iken, ikinci bardak su daha az değerli olacaktır, on dördüncü bardağa geldiğimizde ise susuzluğumuzu unutmuş bile olabiliriz. Çöldeki bir bardak su yerine, rejim günlerinde çikolatalı pasta örneği aynı hikayeyi anlatacaktır. Üçüncü dilim pastanın tadı tabiiki ilk dilimden çok farklı olacaktır, ancak değişen yeni dünya ekonomisinde çikolatalı pasta üç dilim boyunca aynı kalmıyor. Klasik ekonomi yaklaşımının ise tüketici ve üreticinin karıştığı bu yeni resim için ders notu hazırlığı korkarımki yok… Blogda paylaşılan bir yazı okuyuculardan gelen her yeni yorum ile farklılaşıyor. Her yeni yorum yazıyı eskitmek yerine daha çok insana ulaşmasını sağlayarak zenginleştiriyor.

 

Klasik Ekonominin babası “Adam Smith” Ulusların Zenginliğini yazarken, “Bedava öğlen yemeği yok” demişti. Bendeki hikayesi de, Taner Berksoy Hoca’nın birinci sınıftaki ilk vizesindeki yorum sorusu olması bu arada… Pek de güzel demiş diye yorumlar yazmış ve tam puan almıştım. Bugün birinci sınıfta bir ekonomi öğrencisi olsam ve aynı soru ile karşılaşsam, Orhan Veli’ye inat ne kadar çok bedavamız olduğundan bahsederdim. Facebook bedeva, linkedin bedava, twitter ve friendfeed bedava… İstediğiniz her türlü duyurunuzu tanıdığınız ve tanımadığınız insanlara ulaştırmak bedava. Bir dolu e-postanızı, fotoğrafınızı, yazılarınızı depolamak bedava, müzik dinlemek, dizi seyretmek, istediğiniz tüm ansiklopedik bilgilere ulaşmak bedava, en popüler konferansları izlemek de bedava…
 
2005 yılında üniversitede ders veriyor olsaydım, ted.com gibi bedelsiz bir kaynağım olmayacaktı. Çünkü 2006 yılından bu yana ted.com tüm konferansları herkese açık bir kaynağa dönüştürdü, eğitmen olarak muhteşem bir kaynağa bedelsiz ulaşabilmek tartışmasız nefis bir fırsat. Peki ted.com açısından resim nasıl diye baktığımızda, konferans bilet satış fiyatlarının bu durumda arz talep dengesi nasıl olmuştur sizce? Nasıl olsa bedava izleyebiliyorsak, neden 4.000 Amerikan Doları ödeyelim yanıtı mı, yoksa ted.com gibi en popüler etkinliği canlı izlemenin Seth Godin ile koridorda karşılaşabilmenin ve ted konferansına katıldım diyebilmenin bedeli en az 6.000 Amerikan Doları eder yanıtı mı prim yapmıştır? Yanıt kesinlikle ikincisi hem de daha da kocaman salonlara taşınarak… Prince son albümünü web üzerinden yayınladığında albüm satışlarından elde edebileceği gelirden vaz mıgeçti yoksa konser gelirleri mi tavan yaptı? Yanıt tabii ki ikinci seçenek…
 
“Bilgi paylaştıkça büyür.” gerçeğini doya doya yaşamaya başladığımız bir rönesans döneminin içindeyiz. Google yeni bir hizmet tasarlarken onay mekanizmalarının bir kaç temel kriteri “İnsanların ilgisini çeker mi?”, “İnsanlar memnun olurlar mı?”, “İnsanlar tercih ederler mi?” gibi cümlelerden fazlası değil. Alıştığımız ya da yönetimin temeli olarak varsaydığımız “Ne kadar para kazanırız?” cümlesi hiç konuşulmuyor. Paranın olmadığı iş modelleri inşa edildikçe, kazanılan paraları tanımlamak için tüm otomotiv sektörünün ya da tüm havayollarının toplam karlılığı gibi karşılaştırmalar bile kifayetsiz kalıyor.

Parayı ekonomi modellerinden çıkardığımızda geriye kalan rekabete sığınabiliyor muyuz?Yeni dünya ekonomisinde rekabet tanımı da okulda öğrendiğimizden çok farklı yönde gelişiyor, değişiyor. Rekabet pastasından pay almak için oyunculardan birinin artısının diğerinin eksisi anlamına geldiği, toplamın hep sabit kaldığı denklemlere dayalı hesaplar yapmak yeni ekonomide kendisine alan bulabilmekte zorlanacak bir yaklaşım olmaktan öteye gidemeyecek. Artık tüm oyuncular kendi pastalarını kendileri yapmakla kalmayıp, eski ekonomideki tanımıyla rakipleri ile bile birlikte pasta yapıyorlar. Amaç artık küçücük bir pastadan dilim kapmak değil, herkes için pastayı büyütmenin ve yeni pastalar yapmanın yollarını bulmakO Bedava sunulan her hizmet rekabeti bir anlamda sınır dışı ederken, daha da inilebilecek, zorlanabilecek maliyet rakamları kalmadığında rakipler oyun alanını da dar edebiliyor.
 
Hafta sonu okuduğum Chris Anderson’un Free "Bedava" kitabından sonra bende kalanlar bir kaç paragraf ile böyle…
 
Devamında üzerinde düşündüğümde ilk çağrışım açılış şiiri Orhan Veli’nin Bedavası’nın sonrasında kendime sorduğum sorular oldu…
 
1. Bedava olarak neleri sunuyorum?
2. Daha çok kişiye ulaşmak için neler yapıyorum?
3. Yeni pasta yapmak için neler yapıyorum?
 
Mevcut durum tesbiti sonrası “daha da” soruları geldi doğal olarak
4. Daha başka neleri bedava sunabilirim?
5. Daha da çok kişiye ulaşmak için neler yapabilirim?
6. Yeni pasta yapmak için daha farklı neler yapabilirim?
7. Tüm bunları hayata geçirmek için ilk atacağım eylem adımı ne olur?
 
Sıra sizde…
Sizin kendinize sorduğunuz bedava sorularınız neler?
 
Mine Kobal Ok