Bu Yıl İşte Neler Öğrendim?

 

Bilmek ile yapmak arasındaki boşluk için alınacak çok yolun olduğunu öğrendim.
 
Kurumsal olarak insan kaynakları gelişim projeleri değerlendirildiğinde genel olarak katılımcıların yıllar itibarıyla aynı başlıktaki seminer programlarına defalarca katıldığını masanın iki tarafında da biliriz. Bilinen eğitim ve danışmanlık şirketlerinin hedef müşteri listesinde yer alan kocaman firmaların ortalama on yıllık deneyimli bir yöneticisi Sizce kaç kez Sunum Becerileri, Yönetim Becerileri, İletişim Becerileri gibi aynı içerikli programlara katılmıştır? Yanıt veriyorum çok kez... Eğitmenler bu durumu genellikle seminer sonrasındaki kazanımların çoğunun kısa zamanda unutulduğu gerçeği ile açıklama eğiliminde olurlar. Devam eden ifadeler her seminerde fark edilecek yeni bir tek cümlenin bile ne kadar değerli farklılık yaratabileceği üzerinde inşa edilir. Tüm bu söylenenler doğru olmakla birlikte, hem eğitmen hem de öğrenci şapkalarımla  neden yeni bilgileri bu kadar kolay unuttuğumuzu, aklımızda kalan yüzde beşlik iki gram pek değerli bilgiyi ise uygulamamak için bu kadar direndiğimizi inatla merak ederim.
 
Bu yıl öğrendim ki bilmekten daha çok yapmaya odaklanmak sonuç getiriyor.
 En basit anlamda, profesyonel yaşamın ilk dönemlerinde, oryantasyon ya da yönetici geliştirme programlarının ilk dersleri arasında yer alan ve  daha sade bir başlıkla “İletişim Becerileri”programını ele alalım. İlerleyen yıllar itibarıyla programın içeriği değişmese de adı “Bireylerarası Etkili İletişim Yönetimi” gibi daha yönetsel ve karizmatik  olacaktır. Başlıklardan bağımsız içeriğe odaklandığımızda ise dönüp dolaşılıp aktarılan konuların hep aynı olduğunu söyleyebiliriz. Aktif dinleme, empati, etkili soru sorma teknikleri, davranış stilleri ya da kelimelerin yüzde 7, ses tonunun % 38 ve beden dilinin yüzde 55 etkili olduğunu  söyleyen Albert Mahrebian’ın çalışmasının dışında ne kadar farklı içerik var ki? Seminer yöneticisinin rengine, enerjisine ve ilgili yüksek tutabilme becerisine tüm “şımarıklığımla” hep inanırım. Bununla birlikte bilgi ve becerileri uygulamaya yansıtmak için çok daha fazlası gerekiğini de düşünüyorum. Tüm katılımcıların bugün açık uçlu soru ile kapalı uçlu sorunun tanımını muhteşem yapabilecek bilgi birikimine sahip olduğuna ve hatta beşinci kez aynı örneklerle dinleyebilecek sabırlarının da kalmadığına inanıyorum.
 
Bu yıl öğrendim ki katılımcıların, kurumların daha iyi iletişim kurabilmek için bilgiye ihtiyaçları kalmadı artık.
Bu yıl öğrendim ki katılımcıların bu bilgileri kendi yoğurt yemeleri ile neden ve nasıl uygulayabileceklerine ilişkin farkındalığa ve motivasyona ihtiyaçları var.
 
Soru: Katılımcılar ya da çalışanlar bilgi ve potansiyellerini ne ölçüde işe yansıtabiliyorlar?
 
Tüm gelişim alanının bilmek ile yapmak arasındaki boşlukta olduğunu öğrendim. Aynen büyük üstat Da Vinci’nin demiş olduğu gibi: “Ben yapmanın aciliyetine inanırım, bilmek yetmez yapmak gerekir.”
 
-Bildiklerimizi yapabilmek için neye ihtiyacımız var?
-Bizi ne harekete geçirir?
-Sonrasında yolda ilerlemeye nasıl devam ederiz?
 
Bu soruların cesur yanıtlarını ne kadar yüksek sesle dile getirebiliyoruz?
Seminerlerde sevdiğim kapanış temennilerinden biri de,  yeni kazanılan ya da hatırlanan bilgilerin katılımcılar tarafından hevesle uygulanmasının istenmesine yönelik olmaktadır. Bu durumun metaforik karşılığı karate filminden çıkmış 15 yaşındaki hevesli ergene denk düşer:-) Büyük bir istekle katılımcı yeni terimleri cümle içinde kullanıp, işte ya da evde iletişim kazalarını engellemeye çalışacaktır, ta ki ilk kriz anına kadar. Sonrasında eski alışkanlıklar büyük hızla sahne alacaktır.
 
Alışkanlıklar değişir mi?
 
Bilim adamları ve atalar sözleri der ki;
 
“Yedisinde neysek yetmişinde oyuz.”
“Can çıkar huy çıkmaz.”
 
Hepimiz yürüyen alışanlıklarsak bildiklerimizi nasıl yapabileceğiz? İletişim semineri içeriğinden devam edersem, ne söylediğin kadar nasıl söylediğinin önemli olduğunu her iki yılda bir daha “yaratıcı” ya da “eğlenceli” bir eğitim adı altında ne kadar dinlemek zorunda kalacağız?
 
Bu yıl öğrendim ki neye odaklanırsak, ondan sonuç alıyoruz.
Biliyoruz, bildiklerimizi yapmak için kendi değerlerimizi tanımlayıp, neden yapmak istediğimize ilişikin kendi yanıtlarımızı bulmaktan başka etkili yol yok. Eğer gerçekten istiyorsak tembellik gibi bir alternatifi düşünmüyoruz. Eğer gerçekten istiyorsak tüm sancılarına rağmen değişimi seçiyoruz. Çevremizden bu konuda açıkça destek veya geribildirim istiyoruz. Karnımız ağrıyor ancak bu ağrının öğrenme basamaklarındaki en zorlu aşama olduğunu biliyoruz ve inatla devam ediyoruz. Devam ettikçe yaşamımızın diğer alanlarına da yansıdığını ve pratik anlamdaki faydasını deneyimliyoruz. Çünkü biliyoruz ki yetişkinler kendisine uygulamada fayda getireceğine inandığı çözümleri denemek için istekli olur.
 
En sevdiğim sihirli soru: Ne istiyorum?
 Alışkanlıklarımızın yerine yenilerini ekleyebilmemiz için ihtiyacımız olan sadece sadece inatla istemek ve odaklanmak. Hiç bir kitabın, blog yazısının, kurum vizyon misyon cümlesinin ya da en sevdiğimiz müdürün tavsiyesinin tek başına başarılı olma şansının olmadığını düşünüyorum.
 
Bu yıl öğrendimki kişilere dokunabilecek, farkındalık yaratacak kendi yanıtlarını kendilerinin keşfedebilecekleri içerikler tasarlamak gerekiyor.
 
Söylemesi ve yazması çok kolay olan bu gerçeğin ardındaki ve  üzerinde çalışılmayı bekleyen zorluğu ise bu oyunun tek taraflı olmadığıdır. Katılımcılar da hap çözümler beklemeden, kendileri için tanımladıkları ev ödevlerine ne ölçüde sarılırlarsa o kadar yol alabileceklerini fark ettikleri an oyunun önceki paradigması da sarsılmaya başlıyor. Bu yüzleşme anlarına şahit olmak işin en çok keyif veren yanı olmaya başladı:-)
 
Bu yıl her yönüyle keyif alarak çalışmayı öğrendim. Keyif aldığım katılımcılarla, keyif aldığım müşterilerimle, keyif aldığım ortağımla, keyifli işler yapmanın tadını çıkarıyorum:-)