Buda’nın On Dünyası

Bugün, Japonya’nın Sokrates’inden bahsetmek istiyorum. 13. yüzyıl Japonya’sında, Sokrates’in aynen kendi döneminde yaptığı gibi, yönetici sınıfı kitleleri güçsüzleştirmek ile suçlayan bir düşünürden, Nichiren Daishonin’den söz ediyorum. Biraz da yakın zamanda okuduğum Richard Causton’un The Buddha in Daily Life (Günlük Hayatta Buda) isimli kitabından esinlenerek, Daishonin ile ilgili yazmak istedim. Nichiren Daishonin Budizm’i günlük hayata taşımak için çalışmakla birlikte, inandıklarını  yaşam tarzıyla savunmuş ve sonucunda da idam cezasının kıyısından dönmüştür. Daishonin’in yaşadığı dönemde, bugünün davranış bilimcileriyle çok paralel yorumlarda bulunduğunu ve orta yoldan/ dengeden nasıl bahsettiğini okumak bana gerçekten çok keyifli geldi. Bu nedenle de bu yazıda, Budizm’i günlük hayata taşıyan ve Lotus Sutra’nın en önemli yorumcusu olarak kabul edilen Nichiren Daishonin’in On Dünya Görüşünü ve on farklı duygu hali ile bu duygular arasındaki geçişleri konu almak istedim.

Bu on duyguya baktığımızda ise hepsini zaman zaman deneyimlediğimizi görebiliriz. İçinde bulunduğumuz duruma ve bizim o duruma olan yaklaşımımıza göre bir duyguyu çok yoğun yaşarken, diğerlerini on anda hissedemeyebiliyoruz. Ayrıca ilk bakışta iyi dediğimiz duyguların, her zaman iyi olmadığını, ya da tam aksine bize ilk bakışta kötü gelen duyguların bazı zamanlarda gerçekten fayda yarattığını anlamanın, yaşamınıza denge kazandırmak için çok önemli bir basamak olduğunu düşünüyorum. Bununla birlikte işin keyifli, eğlenceli ve renkli yanı, kesin çizgilerle ayıramadığımız ve zamanlamasını kestiremediğimiz duygular arasında yaşadığımız geçişler… 
On Dünya:
Birinci Dünya Cehennem: Sizin cehenneminiz nasıldır? Hiçbir şey yapamadan kısılıp kaldığınız anlar mı, yoksa gürültü bir şekilde acı çektiğiniz zamanlar mı? Terapistlerin depresyon olarak tanımladığı öyküler cehennem olarak düşünülebilir. Sıkıntı ve kaygıların çok fazla olduğu, her şeyin bir nevi işkenceye dönüştüğü anlar hepimize tanıdık gelebilir. Bazen sevgili adayları, eşler, bazen bir çalışma arkadaşı ya da patron yaşamın o alanını bizim için bir cehenneme dönüştürebilir. Bununla birlikte cehennem her zaman kötü olmayabilir. Tarihe baktığımızda birçok ressamın, kompozitörün ve yazarın cehennemlerini sanatlarıyla dönüştürmeyi başarmış olduklarını görüyoruz. Yaşadıkları aşk acısı, muhteşem eserlere dönüşürken, gelecek zamandaki izleyicileri de kendi acılarını karşılaştırdıklarında teselli bile bulabilirler. Van Gogh’un tabloları, Dante’nin İlahi Komedya’sının hepimiz için hala teselli kaynağı olması gibi…
İkinci Dünya Açlık: Terapi seanslarında geçmişe dönüp, eksik kalan ve bilinçaltımıza ittiğimiz bir yönümüzü keşfedip, daha sonra da bitmek ilmeyen doyumsuzluklarımızla ilişkilendirmek, açlık dünyasının tanımı olmaktadır. Tok olduğumuz zaman bile, hiç doymamış gibi yemeğe devam etmek, alışveriş çılgınlığı bize tanıdık gelecek açlık örnekleridir. Aksi eksende ise bilime, keşfetmeye araştırmaya duyulan açlık birçok buluşu insanlığa kazandıracaktır. Siyasi tarihe baktığımızda ise bağımsızlık hikayelerinin ardında ya da önünde bir liderin adalete ve özgürlüğe duyduğu açlığı görürüz.
Üçüncü Dünya İçgüdü: Doğanın bize hediyesi olan içgüdülerimiz ile acıkırız, susarız, sevgi ve şefkat bekleriz. Dünyaya geldikten sonra öğrendiklerimiz ve bize öğretilenlerden farklı olarak içgüdülerimiz hep vardır, bize kendilerini hep bir şekilde hatırlatırlar. Sevgi ve şefkat ile içgüdülerimizi yönlendirdiğimizde, kendimiz ve hayatımızdaki diğer kişiler için muhteşem anlar yaratabilirken, “öfke” başrolü ele geçirdiğinde içgüdüler başka birilerine zarar verebilecek kadar şiddet içerebilmektedir. Dolayısıyla derindeki niyet en kritik nokta olmaktadır.
Dördüncü Dünya Öfke: “Keskin sirke, küpüne zarar verir” sözüne dayanarak öfkenin yıpratıcı bir dünya olduğunu söyleyebiliriz. Bazen önemli haksızlıklar, kayıplar bizi öfkelendirirken, bazen de çok küçücük bir bakış, bir ima bizi çileden çıkarabilir. O gün yatağın hangi tarafından kalktıysak… Ancak tecrübe ile sabittir ki, öfke zaman zaman ağır işleyen süreçleri hızlandırmada etkili bir araç olabilmektedir. Müşteri olduğumuz durumlarda, yüksek sesli çıkışlar bekleme sırasında daha önlere gelmemizi sağlayabilir, ya da ani öfke dolu bire çıkış sonrasında ilişkilerdeki dinamikler tam yerine oturabilir.
Beşinci Dünya Sakinlik: Olayların dışında kalabildiğimiz ve hiçbir durumun bizi huzursuz etmesine izin vermediğimiz dingin anlarımız, sakinlik dünyasını oluşturur. Bazen yoğun bir günün ardından kendimizi şımartmak, biraz içimize dönmek istediğimizde sakinlik bizi çeker, çalınmış bu dakikalarda bizi kızdıran, öfkelendiren hiçbir sahneye tepkisel bir anlam yüklemeyiz. Sadece dışarıdan başka biriymiş gibi gözlemleyebiliriz. Bizi rahatlatan sakinlik dünyasına gölge penceresinden baktığımızda ise tepkisizlik tuzağına düşüp, tadını çıkarma keyfini yitirebiliyoruz. Küçük ya da büyük mutluluk fırsatlarını da dışarıdan sadece gözlemleyip, o coşkuyu kaçırabiliyoruz.
Altıncı Dünya Coşku: Coşku, gürültülü ve biraz da çocukça bir dünya… Aşık olduğumuzda coşkulu oluruz, gözümüz başka hiçbir şeyi görmez, ne geçmiş ne de gelecek vardır, sadece anı yaşarız. Bunu da düşünmeden, üzerinde çaba harcamadan, farkında olmadan yaparız. Tuttuğumuz takım ezeli rakibine bir gol attığında, ihaleyi biz kazandığımızda ya da doktor analiz sonucunun “negatif” olduğunu söylediğinde coşku dünyasındayızdır. Gölge tarafında ne olabilir ki diye düşündüğümüzde, kayıp duygusuna çarpabiliyoruz. Yoğun yaşadığımız bir aşkı kaybetmek kuşkusuz çok daha fazla acı verecektir. Esirme hallerinin yoğunluğu ne kadar güçlü ise, potansiyel ters giden durumlara karşı savunmamızı da aynı ölçüde kırılgan olacaktır.
Yedinci Dünya Öğrenme: Okulda en sevdiğiniz derste yeni bir konuya geldiğinizdeki heyecan öğrenme dünyasıdır. Ya da uzun zamandan bu yan istediğiniz briç kurusundaki ilk dersinizdeki keyif öğrenme kaynaklıdır. Yeni bir dil, yeni bir yemek, yeni bir spor ile entelektüel becerilerinizi, bedensel becerilerinizi büyütmekten söz ediyorum. Öğrenci kalabilmek, karşılaştığımız her duruma, etkileşim içinde olduğumuz her kişiye bir öğrenme fırsatı olarak yaklaşmak bizi kesinlikle zenginleştirecektir. Bununla birlikte öğrendiklerimizi hangi niyetle hayata geçirmeye çalıştığımız aydınlık ya da karanlık tarafa puan kazandıracaktır.
Sekizinci Dünya Yaratma: Öğrenme nefes almak gibi, bizden önce keşfedilenlerle tanışmak ise; yaratıcılık, nefesi vermek gibi gelecek zaman için yeni bir buluş yapmaktır. Yaratıcılık, haftalık departman toplantısında herkesin tıkandığı bir anda aklınıza gelen pratik bir çözüm, ilişkisi konusunda yakın arkadaşınıza verdiğiniz bir tavsiye, ya da yeni bir yemek tarifi veya Einstein’ın izafiyet teorisi olabilir. Barutu havai fişek ya da silah olarak kullanma kararı yaratıcılığın hizmet edeceği tarafı da belirleyecektir.
Dokuzuncu Dünya Yardım Etme: İnsanlara, hayvanlara, doğaya veya dünyaya yardım etmek var olma amacımızla çok paralel cümleler olabilir. Zor durumda olan bir arkadaşımıza yardım elini uzatmak, onun için bir şeyleri değiştirmek, onun dünyasını değiştirmek, aynı zamanda bizi de büyütecektir. Bununla birlikte yardım etmek her zaman en “iyi” seçenek olmayabilir. Birileri kendisine sürekli yardım ettiği için, çaba harcamaktan vazgeçen birisi tek başına ayakta durmayı da kısa zamanda unutacak, bağımlı hale gelecektir. 
Onuncu Dünya Uyanış: Diğer dokuz duygu halinin aydınlık ya da karanlık yönlerine ilişkin yorum yapabilmek mümkün olurken, uyanış “bir olmak” anlamına geldiğinden aydınlık veya karanlıktan çok daha farklı bir boyut olarak düşünülebilir. Uyanık olmak o kadar kapsayıcı ve derin bir haldir ki, gölgesi yoktur. Shakspeare, biz rüyada mıyız yoksa uyanık mıyız derken gönderme yaptığı hal uyanıştır. Buda veya Mevlana’nın her zaman uyanış haline olduğunu söyleyebiliriz. Lotus Sutra hepimizin içinde bir Buda olduğunu, bununla birlikte bazen bu Buda’nın üzerinin biraz tozlanmış olabileceğini öğretir. Hintlilerin Namaste ile birbirlerini selamlaması, karşındaki kişinin içindeki ışığa, Buda’ya duyduğu saygının bir ifadesidir.
Son söz: Uyanış dışındaki dokuz duyguya baktığımızda hangi niyetle hareket ettiğimiz neden olunan sonuçları etkilemektedir. Jung’un gölgesi tüm duygu durumları için çok iyi çalışmaktadır. Bununla birlikte işin en eğlenceli kısmı farklı duygu durumları arasında yaşadığımız geçişler… Hiçbir duygu aynı şiddette uzun bir süre devam etmez, çok öfkeliysek, zamanla geçecektir, çok coşkuluysak yine zaman içinde geçecektir. Ne kadar zamana ihtiyacımız olduğu ya da sonrasında bu duygunun biz de nasıl bir iz bırakacağı ise kabul etmek hoşumuza gitse de gitmese de bizim seçimimizdir.
Son soru: En çok hangi dünyayı yaşıyorsunuz?
http://minekobalok.blogspot.com/