Denge Üzerine

Mutluluk üzerine düşünmeye başladığımızda, on adımda her şeyin sırrını açıklayan, iki taşım kaynattıktan sonra bir tutam ot ekleyen formüllerden sıyrılabilmeyi başardığımızda, üretmeye başladığımız algoritmalar birkaç kelime sonrasında “denge” kavramında birleşmektedir. Bu durumda mutluluğun sihirli sözcüğü de denge olmaktadır. Aslında “denge” çok eski dönemlerde yaşamımızda olan, belki de endüstriyelleşme ve teknoloji ile unuttuğumuz ve bugün hatırlamak için çaba harcadığımız bir sözcük.

Dengeyi Nasıl Unuttuk?
Hızlı yaşayarak tüketmeye başladığımızda ve görmekten, duymaktan, merak etmekten vazgeçtiğimizde dengeyi de bir şekilde kendimizden uzaklaştırıyoruz. Sonra bir gün hayatımızda bir şeyler değişiyor ve fark ediyoruz ki bir şeylerin içini doldurmadan sadece “mış” gibi yaparak hayatımızı geçiriyoruz. O anda dengede olmadığımız ile yüzleşiyoruz, zaman zaman sancılı olabilecek bu yüzleşme anları aslında bizlere kocaman kapılar, pencereler açarak başlangıç için cesaret veriyor. O anda tam göbeğimizden, denge noktamızdan farkına varıyoruz ki her şeyi bir tarafa bırakıp önce dengemizi bulmamız gerekiyor. Çok farklı alanlarda denge arıyoruz, bugünlerde denge ile ilgili düşündüğüm için olsa gerek birkaç yazıyı farklı alanlardaki denge arayışımıza ayırmak istedim. Başlangıç alanım ise akıl ile duygular arasındaki kurabildiğimiz, bazen kuramadığımız denge…
Akıl mı yoksa duygular mı?
 
Akıla hep mantık yasalarının kılavuzluk ettiğini, akıl ile alınan kararların planlı ve bilinçli olduklarını düşünürüz hep. Üniversitede ekonomi sınıfının ilk dersinde hoca ekonomi biliminin dayandığı temelleri bizimle paylaştığında, ilk dayanak tüm insanların rasyonel oldukları ve paralarına ilişkin kararları mantıkları ile aldıkları olmuştu… Hiç olmayan ekonomi bilgilerimizle uzun uzun bunu tartıştıktan sonra ilk derste anlamıştık ki ekonomistlerin cümleleri bu nedenle hep “varsayalım ki…” diye başlamaktaydı. Daha sonraki yıllarda insan davranışları arz-talep eğrileriyle aynı paralelde olmadığı için davranışsal ekonomiden, dinamik oyun teorilerinden bahsedilmeye başlandı, hatta Nobel ödülleri bu konulardaki çalışmalara verildi. Akıl ve rasyonel düşünce iyi bir şey kuşkusuz, bununla birlikte insan olarak baktığımızda Kant’ın ifadesiyle bizi biz yapan aklımızın dışında birçok fakültemiz olduğunu hatırladığımızda, sezgilerimizi, duygularımızı ve hayallerimizi bütüne kattığımızda akıl ve duygular arasındaki dengeyi sorgulamaya başlıyoruz. Sonuç olarak bizi biz yapan, tüm insanlar içinde biricik yapan sadece aklımız değil kesinlikle. Bir an için şöyle bir resim düşünün, tüm insanların, tüm toplumların gerçekten tam anlamıyla çok rasyonel olduklarını, tüm kararlarını mantıklarıyla, artı eksi tüm olasılıkları değerlendirerek aldıklarını düşünün. Geçmişteki hatalardan alması gereken tüm derslerin alındığı bir dünya, tüm en iyi ve en felaket senaryolarının önceden çalışıldığı karar sistemlerinin yaşadığı bir dünya… Nasıl geliyor? Ekonomi ekonomi başladık, devam eden ilk soru da aynı alandan gelebilir, sizce böyle öngörülebilir bir dünyada ekonomi modelleri nasıl çalışır, borsalarda fiyatlar nasıl belirlenir ya da karlılık nasıl olur? Yaşamın tüm alanlarına sadece mantığın çalıştığı bir anlayışı taşıdığımızda yeşil kanlı Vulkanlılara, Kaptan Spocklara bir sonraki nesilde dönüşmemiz kaçınılmaz olacaktır.
 
Aslında çok iyi biliyoruz ki, zihnimizin büyük bir kısmını bilinç dışı oluşturmaktadır. Yaşamımızla ilgili kararlar ise sadece zihnimizin rasyonel kısmıyla alınmayacak kadar önemli olmalıdır. Bu nedenle tüm kararlarımızı sezgilerimizle alırız, kendimize itiraf etsek de etmesek de. Duygularımızla aşık oluruz, birlikte yaşarız, evleniriz ya da çocuk yaparız. Alternatif maliyetleri ya da yatırımın geri dönüşlerini hesaplamayı tercih eden akıl için anlaşılması zor kararlardan söz ediyoruz.
 
Profesör karar alacaksa
 
California Üniversitesindeki hocalardan birine rakip bir üniversiteden bir teklif gelmiştir. Hoca hangi yönde karar vereceğini bilemez, gerçekten zorlanmaktadır. Bu durumu aynı bölümdeki bir arkadaşı ile paylaştığında gelen yanıt çok da şaşırtıcı değildir: “Hocam, siz yıllardır nasıl karar almamız gerektiğine ilişkin kuramlar geliştiriyorsunuz, yazıyorsunuz, ders veriyorsunuz. Burada da yapacağınız neden daha farklı bir şeyler olsun ki, iki üniversiteyi yazın sonrada artılarını ve eksilerini değerlendirin. Sizin için hangi madde daha önemliyse çarpan katsayılarını ona göre ayarlayın ve çizginin altında doğru seçeneği göreceksiniz. Aman hocam neler soruyorsunuz, ben de size neler anlatıyorum. Sizden daha iyi bileni var mı?” Hocanın tereciye tere satılan bu yanıta tepkisi çok doğal olmuş: “Yapma hocam, bu önemli bir konu”
Kısacası, kararlarımızı sezgilerimizle alıyoruz. Daha sonra sonuçlar pek de sevimli olmadığında ortaya koyacağımız gerekçeler için mantığa ihtiyacımız oluyor. Keşke diye başlayan cümleler mantıksal bir açıklama ile devam ediyor…
 
Akıl ne ola ki?
İnsanlara en adil şekilde dağıtılan nimet akıldır, çünkü kimse aklından şikayetçi değildir. -Montaigne
Biraz taraflı ilerlediğimin farkında olarak, küçük bir etimolojik bilgiyi de paylaşmak istiyorum. Akıl sözcüğünün kelime kökünün nereden geldiği üzerinde düşündünüz mü? Akıl kelimesi dilimize Arapçadan “akl” kökünden gelir. “Akl” kökünün Arapçadaki karşılığı ise eskiden kervan sahiplerinin özellikle geceleri durdukları alanda develerinin çöktükleri yerden ayrılmamaları için ön ayaklarına taktıkları sekiz şeklindeki sabit kelepçeden gelmektedir. “Aklını mı kaçırdın” deyişi ise kervanı terk eden develerle paralel olarak alegorik anlamda insanı yanlış bir şeyler yapmaktan alıkoymayı da çağrıştırmaktadır.
Soru: Aklımız bizi aynı yerde, durmamızın beklendiği yerde tutan bir kelepçe de olabilir mi? 
 
Akıl bazen bizi aynı yerde tutan, hareket etmemizi engelleyen bir kelepçe, bazen de develerden hareketle bağlanmamızı ya da bağ kurmamızı sağlayan bir hediye de olabiliyor.
Bu nedenle duygular ve akıl arasındaki denge yaşamımızın tüm alanlarındaki denge sorularımız için temel olacak kadar kritik olabilmektedir. Ne zaman gözümüzü karartıp, harekete geçme cesaretini gösterebileceğiz, ne zaman ilk bakışta birbirlerinden çok da alakasız olan iki başlık arasındaki bağı kırabileceğiz, ne zaman gerçekten bağlanabilme akıllığını sergileyebileceğiz?
 
Ben, bilmediğim için diğer insanlardan akıllıyım.- Sokrates
 
Akıl ve duygularımız arasındaki dengeyi kurmak, yaşamımızın tüm alanlarındaki dengeyi de beraberinde getirmek için sanırım en güçlü adım olacaktır.
 
Devam eden yazılarda özgürlük ve onaylanmak, doğa ve teknoloji, batı ve doğu, bugün ve yarın, çalışmak ve çalışmamak, para ve zaman gibi denge konularını düşünürken akıl ve duygulara bol bol gönderme yapmak istediğim için işte tam buradan başlamak istedimJ
 
Son olarak size iki soru:
 
1.       Şu anda ne hissediyorsunuz?
2.       Bedeninize odaklandığınızda hislerinizin nereden geldiğini söyleyebilirsiniz?
 İpucu: Lütfen yanıtlarınıza aklınızı karıştırmayın. Bu soruları yanıtlarken sadece hislerinize odaklanın. Çok kolay, bununla birlikte zor bir şeyler söylediğimin farkındayım. Eğer verdiğiniz yanıtlar, “Bir dakika istiyorum, biraz düşünebilir miyim?” ya da “Böyle bir durumda şöyle hissetmeliyim.” gibi rasyonel çıkarımlar içeriyorsa, aklınızı bir yerlere tatile gönderin, sahile yürüyüşe çıkartın ve tekrar sadece hislerinize odaklanın… Denge için iyi bir başlangıç noktası olacaktır.