Fasulyeden Oynamak
Dün Emre’nin 15.doğum günüydü ve doğal olarak birlikte yemekteydik. Doğum günleri yılbaşları gibi istekler yapmak ve hedefler belirlemek için muhteşem günlerdir. 31.Aralık tarihinde kitleler halinde yeni yıl için zayıflama, sigarayı bırakma, spora başlama, daha sosyal olma gibi hedefler belirlerken, doğum günleri de kişiye özel kilometre taşı taklidi yapma konusunda çok hevesli olurlar. Doğal olarak da benim açtığım sohbet konusu tipik bir koçluk sorusu eşliğinde bu paralelde oldu: “Varsayalım şimdi 16. yaş gününü kutluyoruz. Masada nasıl bir Emre var?” Sorunun yanıtı Emre’ye özel ve tabii ki yanıtını burada yazmayacağım. Ancak bu konuşmadan sonra bende neler kaldığına baktığımda, 15. yaş dönümünün ne kadar kritik olduğunu çok daha yakından fark ettim. Bu nedenle de bugün biraz büyümekten, sorumluluk almaktan, yaşamı kıyısından köşesinden değil de tam göbeğinden yaşamak ile ilgili yazmak istedim.

Sokakta Yakar Top Oynarken
Tipik İstanbul, hatta Nişantaşı apartman çocuğu olarak mahalle arkadaşları ve sokaklarda geçen okul sonraları örnekleri verecek alt yapım yok, sadece yazlıkta oynadığımız yakar top hikayelerimi sizinle paylaşabilirim. Biz yakar top oynarken, bizden dört beş yaş küçük arkadaşlarımızın kardeşleri de bize katılmak isterdi. Ergenliğin ilk yıllarında o dört baş yaş farkı çok önemlidir, hatta bir yaş bile çok önemlidir. Küçük olanlar için büyüklerin oyununda yer almak çok heyecan verici olurken, büyükler için de birilerini fasulyeden oyuna alma kararını vermek çok keyifli olurdu. Fasulyeden oynayanların canları hiç bitmezdi, top onlara kaç kere çarparsa çarpsın onlar oyunun ortasında kalmaya devam ederlerdi, asla kaybetmeyecekleri bir oyun oynarlardı. Oyunun başında kaybetmeme sözü “fasulye” sıfatı ile birlikte verilirdi. Biz büyükler ise ortada hiç fasulye yokmuş gibi oyunumuza devam ederdik. Bizim oyunumuz büyükler olarak çok heyecanlı geçerdi, kaybedince üzüleceğimiz, kazanınca da çok sevineceğimiz bir oyunun içindeydik çünkü.
 
15 yaş böyle bir sınır aslında, yaşamın birçok alanında fasulyeden oynayabilme lüksünün kaybedildiği bir yaş. Sınavların, ilişkilerin, tercihlerin sorumluluğunu almaya başladığımız yaş…
Fasulye metaforunu yaşamın farklı alanlarına işe, eve, özel yaşama taşımadan önce biraz fasulye olmanın yararları üzerinde düşünürsek, neler diyebiliriz…
 

Gelelim Fasulye’nin Faydalarına
-Fasulye olduğumuzda asla kaybetmiyoruz, çünkü oynamıyoruz.
-Fasulye olduğumuzda kimse bize kızmıyor, çünkü kimse bizi gerçek oyuncu olarak görmüyor.
-Fasulye olduğumuzda hep oyunda kalıyoruz, çünkü hiç risk almıyoruz.
-Fasulye olduğumuzda hiç karar almak zorunda değiliz, çünkü birileri bizim için bir kararlar alıyor.
-Fasulye olduğumuzda hiç korkmuyoruz, çünkü gerçek anlamda hiçbir şey yapmıyoruz.
-Fasulye olduğumuzda oyun sonrasında anlatacak hikayelerimiz olabiliyor, ancak “mış” gibi anlatılacak hikayeler sadece…
-Fasulye olduğumuzda hep eğlenebiliriz, ancak kimse bizi ciddiye almıyor.


Fasulye Değilsem
Fasulye olmadığımızda karnımız biraz ağrımaya başlıyor. Artık oyunun göbeğindeyiz, rakip takım bize saldırabilir, yere düşebiliriz dizimiz kanayabilir. Kendi takım arkadaşlarımız iyi oynamadığımız için bize kızabilirler. Kaybettiğimizde ağlayabiliriz. Fasulye olmadığımızda çok korkuyoruz, aldığımız tüm riskler için çok korkuyoruz ancak yine de bir şeyler yapıyoruz, çünkü oyunun içindeyiz.

Ancak artık gerçek bir oyuncu olduk, nasıl oynadığımızı veya nasıl oynayamadığımızı görebiliyoruz. Kazanmak ya da kaybetmekten bağımsız sadece oyunun içinde olmanın tadını çıkarabiliyoruz. Çünkü biz olmazsak takım bir eksik kalacak diye tüm takımın sorumluluğunu taşıyoruz. Bazen oyunun dışına çıkıyoruz, yedek kulübesinden oyunu izliyoruz, bazen sonra yine oyuna dönmek üzere sahadan çok uzaklaşıyoruz biraz nefes almak için.

Farklı yaşam alanlarında fasulyeden oynamayı, ya da dizlerimizi kanatma pahasına “gerçek” oyuncu olmayı seçebiliriz. Bazen de fasulye değilmiş taklidi de yapabiliriz, kendimizi “yalancıktan” yerlere atarak tribünlere de oynayabiliriz. Eğer tüm becerilerimizi fasulye olmadığımızı ispatlamak üzerine geliştirdiysek, her türlü eleştiriye muhteşem yanıtlar verebiliriz. Tüm bunlar, artılarını eksilerini değerlendirip yaptığımız seçimlerimiz ve inanıyorum ki hepimiz kendi seçimlerimizle yüzleşmek istiyoruz, en azından hala bu yazıyı okumaya devam ediyorsanız bu varsayımımı doğrulayabilirim.
 

Fasulye Olmamak İçin İlk Adım
Yaşama belki de fasulye olarak başlıyoruz hepimiz. Anne, babamızı seçemiyoruz, hangi ilkokula gideceğimizi, hangi belediye sınırları içinde yaşayacağımızı seçmiyoruz. Ailemizin bizim için aldığı kararları bir şekilde uygulayarak yaşamımızın ilk 15 yılını geçiyoruz. Devamında gelen ergenlik ise belki de tüm yaşam süreci içinde en sancılı kısım, hem aileler için hem de ergen için. Bir şeyler yapmak istiyor ama bunu yapabilecek inisiyatif alanı yok. Ayrıca arkadaşlar çok çekici olurken, anne ve baba hep yanlış bir şeyler için onları zorluyor ve hiç anlamıyor. Sevgili ergen istese de istemese de küçük bir fasulye olmaya mahkûm kalıyor. Hükmen fasulye olmaktan kurtuluş ise üniversite ve meslek seçimine kadar dayanabiliyor. Bu noktada sevgili ergen kendisi ile ilgili alınacak kararda kısmen söz sahibi olabiliyor. Rehberlik ve danışmanlık hizmetleri ve psikolojik testler de bu süreçte isteğe bağlı fasulyeden oyunculuğa geçişte destek roller üstlenebiliyor. Sonrasında ise hepimizin tartışmasız kabul ettiği senaryoları canlandırmaya başlıyoruz. Doktor olmak isteyen ergen fen matematik alanında yoğunlaşıp, tıp fakültesini kazanıyor; mühendis olmak isteyen teknik bir üniversitenin kapısını zorluyor, ya da cübbe ile mahkeme koridorlarında bir iş yaşamı hayal eden ergen ise hukuk fakültelerinin sıralarını eskitiyor. Sonrasında varsayıyoruz ki, okul bitti, işe girdi, askere gitti, evlendi, kendi ailesini kurdu, çocuk(lar) yaptı ve yetişkin oldu, yani fasulyeden oynamıyor…
 

Her yetişkinin yaşamının tüm alanlarında gerçek oyuncu olduğunu kim söyleyebilir? Sanırım kimse, bir çok zaman açık açık, ya da gizliden gizliye fasulye olma hakkımızı kullanıyoruz. Farklı bir meslek için akredite olabilmek için eğitim almak, en az dört yıl fakülteye devam etmek, tartışmasız kabul edilen bir doğru ise, neden kendimiz olmak için, “gerçek” biz olmak için de aynı doğru geçerli olmuyor?Gerçek kendimizi keşfetmek için neler yapıyoruz?

Soru: Hükmen tasarlanmış bir yaşamda oynamak istemiyorsak, kendimizle yeni sözleşmeler yapmak istiyorsak, kendimiz için kendi tasarladığımız yaşamı seçmek istiyorsak, ilk atacağımız adım ne olurdu?
 

Koçluk:-)
Koçluk süreciyle birlikte yaşamınızın farklı alanlarındaki beklentilerinizi belirleyip, gerçekten ne istediğinizin yanıtını alabilmeniz mümkün. Devamında nasıl ilerleyeceğinize dair bir yol haritası oluşturmak ve bu atacağınız adımların çevrenizdekiler üzerindeki olası etkilerini değerlendirmek için çok iyi çalışan bir yaklaşım olacaktır. Bazen fasulye olmamak için ne yapmamız gerektiğini çok iyi biliriz, ancak tanımlayamadığımız bir şeyler bizi geride tutar. Ne yapmamız gerektiğini bildiğimiz halde adım atmıyorsak, ısrarla fasulyeden oynuyorsak yine koçluk süreci ihtiyacımız olan yanıtları vermek için deneyim fırsatı sunacaktır. Farkında yaşamak için, düşmekten korkmamak, düştükten sonra kalkabilecek enerjiyi hatırlayabilmek ve kendimizin en iyi halini keşfetmek için koçluk nefis bir deneyim olacaktır.
Devam edecek…
Bir sonraki yazıda aşık fasulyeler…

Son not: Nice mutlu yıllara, Emre:-)