İnad etmek iyidir-Yerine göre

Nedime Hanım, (sonraları benim için “Nedime” ve can dostlarımdan biri oldu)  Bir bankada Kamu Kurumsal Şubeyi kurarken beraber çalıştığım çok değerli bir bankacı.

Bunlar beni hep etkilemiştir.

Evet sabahları huysuzdur hep. Odama geçerken bilirdim, henüz afyonu patlamamıştır, ancak saat 10 gibi kendine gelecektir.  Aksiliği bile tatlıdır. Zira sabah saat 9 da problem çıkacak olsa bu defa huysuz ve tatlı haliyle yine işi çözmeye odaklanacağını bilirdim. Kaç kere şahit oldum.

Pek çok sağlık sorunu oldu, ama hepsinde de “Ben çok iyi olacağım, iyiyim zaten” dedi. Tabii ki doktor ilaç vs hepsini uyguladı, ancak o şövalye tutumu hep bana ağlamak isteği verdi. Bir de yaşam sevinci.

Yukarıda saydıklarımı her koşulda hep sergiledi, sergiliyor; hastalıkta, problemde. Hep çözmeye, ne yapabilirime odaklanıyor.

Bunları neden anlatıyorum? 30 küsur yılı aşkın bankacılık kariyeri sonrasında tuttu gelinlikçi ve gece elbiseleri satan bir  mağaza açtı.

Ankara’da,   adı. Çok başarılı, basbayağı rakip köklü kuruluşlara. (Aaa şimdi yazarken farkediyorum, ismine uygun işi kurmuş meğer, hiçbirşey boşuna değil bir kere daha dank ediyor kafama)

Geçen gün  beraberdik . Öyle bir coşku ile anlatıyor ki; gelinlikler ve dolayısı ile danteller, aksesuarlar ve tabii ki gelinlerle olan iletişimini. Üstelik damat ve kayınvalideler ona bayılıyorlar, onları da bir güzel ikna edebiliyor gelinin istediği gelinliğe. Herkes mutlu ayrılsın istiyor. Asla “bu alıcı değil boşver vaktime, konuşmama yazık” demiyor. Demediği için de zaten neredeyse her servis satışa dönüyor. Bu coşkuyu nerden buluyor hep merak ediyorum.

Ülkü sordu; “Nedime ya onca yıllık bankacılıktan sonra demiyor musun kendine benim ne işim varmış bankada diye?”

“Evet diyorum herhalde farkında değilim, gerçekten kendimi buldum, çok mutlu oluyorum o insanların işi görülünce, onlar mutlu olunca, içlerine sinince, doğru olanı, yakışanı sattığımı bilince” dedi.

Ona hatırlattım:

“İthalat akreditiflerini de sen böyle açardın unuttun mu dedim. Odama koşarak gelirdin, telefon etmeye bile sabretmeyip, “yaşasın X firmaya şu kadar havale geldi, şu kadarlık akreditif açtık, teminat mektubu düzenledik” diye coşarak anlatırdın; üstelik pazarlama değil operasyon müdürü olduğun halde.”

Şimdi dantellerini okşadığı gelinlikler gibi, o zaman da harfleri, mürekkebi, teleksi, faksı filan okşar, ekibini de motive ederdi.

Sırrı ne bu  işin? İçindeki öz değeri bulup, hangi işte olursan ol, onu oraya yansıtmak mı? Burada yumurta mı  tavuktan, tavuk mu yumurtadan hikayesi kesinlikle işlemiyor bilesiniz. Hayatı algılamadaki  (okumadaki) tutum ve kararlılık hiç bilmediğimiz, yepyeni bir alanda bizi çok başarılı yapabiliyor.

Ne diyor Cem Yılmaz? Madem mutluluk içimizdeydi neden onca para verdik de geldik Hindistan’a, insan görmez mi hiç, onca x-ray cihazı tarıyor uçağa binmeden, demez mi beyefendi içinizde birşey var ne o??”

Evet mutluluk, coşku, yaşam sevinci hep beynimizde esasen.

İşin sırrı bence kişinin o beynini kullanıp kendisini tanımasında. Onun için en önemli değerin ne olduğuna  uyanmasında. Ve sonra ona sahip çıkıp, inatla onu yaşamasında.

Evet bence Nedime çok inatçı biri. Çok yaşa sen emi.

 

Can Karaburçak