Kırmızı Avatarlar: Himbalar
Düşünüyorum öylese varım. -“Cogito ergo sum.”
Descartes
 
Geçtiğimiz haftalarda Sevgili Tülin benimle Namibya seyahati sırasında/ sonrasında yazdığı notları paylaşmıştı. Üç hafta çölde geçen, filler, zürafalar ve çitalarla geçen muhteşem tatil notlarının bana en çekici gelen kısmı kesinlikle bir kabile köyüne yaptığı ziyaret olmuştu. Tülin’in hikayelerini anlatırken ısrarla söylediği özellikle kabile insanlarının doğa ile nasıl bütünleşerek yaşadıklarından hareketle bugün dişil ve eril düşünmek üzerine yazmak istedim.
 
Dişil düşünmek ne ola ki?
 
Tülin’in ziyaret ettiği kabilede yani “Himba”larda olduğu gibi tüm ilk insan topluluklarında geçerli sistemin animizm olduğu bilim dünyasında kabul gören bir gerçek. Animizm derken, anlatılan sistem tüm canlı/ cansız varlıkların, doğa olaylarının ve evrenin bir ruhunun olduğuna inanılan bir doktrin. Daha popüler bir tanımlama için “Avatar” filmine gönderme yaparak, tüm varlıkların/ ruhların ve tüm yaşanmış hikayelerin bağlantı merkezi güçlü bir doğa figürü olan filmde tanıştığımızhayat ağacını da hatırlayabiliriz. Dişil ya da beynin sağ yarı küresinin önplanda olduğu bu düzende baş rolü sezgilerin, yaratıcılığın ve bütünsel yaklaşımların aldığını söylebiliriz.
 
Himbalar derken
 
Tülin’in notları ve wikipedia der ki, Himbalar doğanın içinde, doğa ile birlikte var oluyorlar. Tüm bedenlerini kırmızı toprakla kaplayan Himbalar, böylelikle hem güneş ışınlarından korunuyorlar, hem de kanı temsil eden kırmızıyla doğaya saygı ile birlikte güzellik anlayışlarını da ortaya koyuyorlar. Himbalar çok fazla giyinmiyorlar, ancak aksesuar anlamında çok çok zenginler, çünkü sağ beynin yaratıcılığı bu alanda müthiş çalışıyor, tüm hikayelerini, mesajlarını aksesuarlarıyla anlatıyorlar dünyayaO Tüm bu nedenlerden dolayı, hiç bir kimseyi, malı ve zenginliği sahiplenmeyi bilmeyen, tüm varlıklarını doğa ile uyuma adayan bu mutlu ve gülen insanlara Kırmızı Avatarlar demek istedim.
 
Peki ya eril düşünce nedir?
 

İnsanların doğaya karşı durabileceklerini keşfettikleri ana kadar dişil düşünce hakim olurken, analitik düşüncenin ve teknolojinin toprak anayı kendisine rakip olaraktanımladığı andan itibaren beyinin sol yarı küresinin prim yaptığı eril düşünce yaklaşımı baskın olmaya başladı. Bugün kendi yaşam alanlarımıza baktığımızda teknolojinin, analitik, karmaşık ve bağımsız düşünce yapısının ne kadar eril olduğunu çok rahat görebiliriz. Günümüz diyebilmekte tereddüt etsem de, hiç tereddüt etmeden bir kaç yıl öncesinin iş dünyasında en önemli aranan özellikler olarak hedef odaklı olmak, sadece sonuç için çalışmak,“yapmak” için iddialı olmak yeterli olmaktaydı.
 
 
Zor soru: Dişil ve eril düşünce evlenir mi?
 
Eril düşüncenin baskınlığına inat, dişil düşüncenin de uzun zamandan bu yana bir yerlerde gizlenmiş olduğunu da sezebiliriz. Ancak iyi haber “The Passion of the Western Mind” – Batı Zihninin Tutkusu kitabının yazarı Dr.Richard Tarnas’dan geliyor. Dr. Tarnas içinde bulunduğumuz bu dönemde egemenliği elinde tutan eril düşünce ile baskı altından çıkmak istediğini ve egemenliğe ortaklık talebini daha sık dile getiren dişil düşünce arasında kutsal bir evlilik gerçekleşeceğini söyler. Böylelikle sezgilerin ve duyarlılığın, analitik odaklılıkla birlikte dans edebilmeleri ve denge günümüzde ve yeni dönemde çok farklı bir alanı açacaktır.
 
Doğu felsefesindeki yin-yang bir bakıma bu evliliği temsil eder. Gece- gündüz, siyah- beyaz, analitik düşünce- sezgiler ve doğa- teknoloji arasındaki dengeyi çok uzun yıllardan bu yana biliyoruz. Ancak ne kadarını kendi hayatımıza gerçekten yansıtabiliyoruz?
 
Bir kaç denge sorusu:
 
-Yaşamınızın hangi alanlarında daha çok dişil düşünce hakim?
-Yaşamınızın hangi alanlarında sezgilerinizle karar alıyorsunuz?
-Yaşamınızın hangi alanlarında daha çok eril düşünce hakim?
-Yaşamınızın hangi alanlarında mantığınızla karar alıyorsunuz?
-Sezgilerinize daha çok başvurursanız, yaşamınızın hangi alanları nasıl etkilenir?
-Mantığınıza daha çok başvurursanız, yaşamınızın hangi alanları nasıl etkilenir?
-Yıllar geçtikçe daha çok sezgileriniz mi, yoksa mantığınız mı ön plana çıkıyor?
-Dişil ve eril düşünce arasında denge, sizin için ne anlama geliyor?
 

Benden bir kaç not

Tülin’in Himbalarından sonra, kendime yukarıdaki soruların hepsini sordum. Yüzleşme sorularıma verdiğim yanıtların “mutlu ve pembe” kitap cümlelerinden biraz uzakta olduğunu açıkça söyleyebilirim.
-Gerçekten ne kadarlık bir zaman diliminde kendimle barışık olabiliyordum?
-Gerçekten “mutluyum” dediğim anlarda, neden olarak bir sahiplendiğim ne varsa, onu resimden çıkardığım zaman da “mutluyum” demeye devam edebilecek miyim?
 
Bununla birlikte, zaman içerisinde nasıl yol aldığıma baktığımda ise, bir yıl önceki “Mine” ile şimdiki “Mine” arasındaki farktan pek mutlu olduğumu da tüm şımarıklığımla söyleyebilirim. Sezgilerimi daha cesurca kullanabiliyorum, işin keyifli kısmı da kullandıkça ve kullandıkça sezgiler de daha hedef odaklı olmaya başlıyor.
 
Farkındalıkla dengeyi deneyimleyebilmek için yol almak, çok keyifli:-)
Mine Kobal Ok