Öğrenci Olmanın Keyfi
Bugün biraz kendimden bahsetmek istiyorum. Aslında kendimi size anlatmak için değil, yüksek sesle düşünebilmek için kendimden bahsetmek istiyorum. Lise yıllarından başlayarak birkaç cümlede bugüne nasıl geldiğimi, sonrasında bundan sonrasını için kendi kendime sorduğum soruları paylaşmak istiyorum. Bugünkü Pazar yazısının konusu, kendi kendimle yapmış olduğum bir görüşmeye sizi de okuyucu olarak davet etmek…
 
 
Dediğim gibi liseden başlıyorum, İstanbul Erkek Lisesi benim severek ve isteyerek gitmeyi tercih ettiğim bir okul değildi. Sadece annem kendi gidemediği bir Alman okuluna benim gitmemi istediği için sınav tercihlerinde İstanbul Erkek Lisesini kodladık. Ancak devamında okulumu gerçekten sevdim, Almanların çalışma disiplini ve zaman yaklaşımları okulundan geriye kalanlar benim için… Üniversite seçimlerine gelince, neler istemediğimden yola çıkarak geriye kalan alternatifler arasında yine pek de istekli olmadan bir seçim yaptım. Tıp istemiyordum, mühendislik de bana göre değildi, sosyal ağırlıklı bölümler benim için sıkıcı olacaktı, dolayısıyla geriye kalan sadece işletme ve ekonomi fakülteleri arasında bir tercih yaptım.
 
 
Devamında yine seçtiğim bölümün tam bana göre olduğunu görmüştüm, her ne kadar çok da bilinçli bir tercih olmasa da… İçinde matematik olan sosyal bir bölüm çok iyi gelmişti. Sonrasında iş alanı seçimlerinde aynı sahneler tekrarlandı, nerede çalışmak istediğimi bilmiyordum, sanki hoşlanmadığım bir seçim yapsam, ömrüm boyunca orada kalmak gibi bir zorunluluğum varmış gibi biraz da panikle, finans bankacılık alanını seçtim. Aslında buradaki kritik nokta seçimi biraz daha ertelemek olmuştu benim için. Çünkü bankada bir çok sektörün iç dinamikleri hakkında gerçekçi bir bilgiye ulaşabilmem mümkün olacaktı, böylece birkaç yıl sonra istediğim alana da geçiş yapabilecektim. Bankacılık iyi başladı, iyi de devam etti ancak işin doğası ile ben çok fazla bütünleşemedim. Para ilgili bir şeyler yapmak, özellikle de başkalarının parasıyla ilgili çok da sevimli değildi. Bu cümleyi işe başladığım ilk günde bankanın genel müdürü MT sınıfının açılış konuşmasında söylemişti. İlk duyduğunda bir yeni mezun için kendisini önemli hissetmesini sağlayan bir cümle de olsa da, üçüncü yılın sonunda çok daha farklı öncelikler bu cümlenin tüm çekiciliğini yitirmesine neden oluyor. Sonuç, ortalama 10 maaş prim aldığımız, her ay transfer ücretleri ile teklifler gelen işimden yine öğrenci olmak geçerli bahanesiyle ayrıldım.
 
 
Öğrenci olmak meşru bir erteleme kaynağı, soran herkese verilebilecek kabul görmesi bir yanıtım oluyordu, Kaliforniya’ya eğitime gidiyorum. Kendime biraz da şımarıkça maymun iştahlı diyebilmenin altında, her şeyi yapabiliyorum, sadece beni gerçekten ne mutlu ediyor onu bilmek istiyorum gibi bir soru vardı. Kaliforniya Üniversitesindeki program ise bence bu soru için çok uygundu, farklı bir çok alanı tanıyabilmek, o işi yapan insanlarla bir araya gelebilmek, çalışma ortamlarını görebilmek için çok iyi bir fırsattı. Yazılan, çizilen yaşam planları, uzun uzun işin uzmanlarıyla yapılan görüşmeler, kendimle baş başa kalma zamanları sonrasında insan hikayelerine daha yakından dokunabileceğim ve ana iş konusundan biraz daha uzakta olan bir alanda çalışmak istediğime karar verdim. Sonuçta Türkiye’ye döndüğünde insan kaynakları alanında çalışmaya başladım ve 11 yıldan bu yana öğrenilebilir insan becerileri olarak tanımlanan, net bir doğrusu olmayan, duruma göre sürekli değişiklik gösterebilen konularda seminerler veriyorum. Ana iş konusu olmasın, üzerimde çok fazla hedef baskısı olmasın bununla birlikte okumak ve yazmak işimin bir parçası olsun, yeni insanlarla tanışabileyim, hatta bu insanlarla işteki en gergin anlarında değil, seminer salonlarındaki öğrenci halleriyle birlikte olabileyim istedim. 11 yıl sonrasında baktığımda çok doğru bir geçiş kararı olduğunu görüyorum, hem bana kazandırdığı esneklik açısından hem de her seminerin benim için de muhteşem öğrenme fırsatlarına dönüşmesinden iyi bir şeyler yaptığımı, iyi bir yolda ilerlediğimi düşünüyorum, hissediyorum.
 

Kendime sorularım

1983-2010 yılları arasını 491 kelime ile özetledikten sonra yazının devamında bundan sonrasında ilişkin, kendime birkaç soru sormak istiyorum. Şöyle ki; yaşamımızın ilk 25 yılı öğrenci olmak ile geçiyor, daha sonraki yaklaşık kırk yılında öğrendiklerimizi hayata geçirerek yaşamımızı kazanmaya çalışıyoruz, 65 yaşından sonrasını da emeklilik olarak değerlendirebiliriz. Benim ise yapmak istediğim emeklilik yıllarının ilk beşini ödünç almak ve 40 yıllık çalışma döneminin aralarına öğrenci olma fırsatları olarak yerleştirmek.Böylece birkaç yıl çalıştıktan, bildiklerimi diğer insanlarla paylaştıktan sonra, yeni bir şeyler öğrenmek, çantamı biraz daha farklı hikayelerle doldurmak, biraz nefes almak için kaçmak meşrulaşabiliyor. Kaçışların en keyifli yanı ise döndükten sonra tanım gereği aynı işi de yapmış olsam, ne kadar farklı renkler katabildiğimi görebilmek... Yoksa kendini sürekli tekrar eden, aynı örnekleri aynı konuları anlatan sıkıcı birine çok kolay dönüşebilirim. İşin en tehlikeli yanı ise katılımcıların hiçbirinin böyle düşünmemesi olacaktır, çünkü onlar o seminer malzemesini benden ilk kez almakla birlikte çok keyifle, eğlenerek çoğu zaman şaşırarak dinliyor olacaklar. Benim kendimi yenilemediğim takdirde aynı örnekleri ne kadar zamandan bu yana aynı tonlama ile kullandığımı asla bilmeden...
 
 
Bu yalancı övgülerle beslenmek ise kendimi yenilemek, daha da çok keyif verecek örnekleri yaşayabilmek ve paylaşabilmek önündeki en kocaman engel olacaktır. Bu nedenle, kendime biraz dışarıdan bakabilmek için izin almak istiyorum. Bu izin, birkaç haftalık koşuşturma içinde sıkıştırılmış bir kurs programı olmayacak tabii ki… Birkaç aylık gerçek bir yenilenme süreci istiyorum.
 
Soru 1: Neden birkaç aylık bir izin istiyorum?
Soru 1 a: Birkaç aylık öğrenci olma fırsatının, farklı konumlardan işime, kendime bakabilmenin benim için önemi ne?
Yanıt denemeleri: Biliyorum ki ben işimi sadece para karşılığı yapmıyorum, işimi gerçekten severek yapıyorum. Sahneye çıkıp bir şeyler paylaşmak, katılımcılara birlikte gülmek, öğrenmek, seminer sonrası deneyimleriyle ilgili onlardan gelen yorumları duymak o kadar keyifli ki… Ben keyif aldıkça, daha çok paylaştığımızı fark etmek, insanlara gerçekten dokunmak çok büyülü… Daha da keyif alabileceğim, işimi nasıl kendim ve birlikte çalıştığım kişiler için daha da zenginleştirebileceğimi keşfetmek bu nedenle benim için çok önemli. Yakın zamanda koçluğu da “işime” ekleyerek sadece bilgi, beceri değil motivasyona, alışkanlıklara, tutumlara da dokunmaya çalışıyorum. Bununla birlikte biliyorum ki böyle bir mola sonrasında aynı soruyu çok daha farklı yanıtlayacağım.

Soru 2: Sevgili Mine, bir ana için şu anda öğrenci olduğun, kendine baktığın, işine baktığın gitmek istediğin yerdesin. Neler görüyorsun? Neredesin?
Yanıt denemeleri: Zor soru:-) Çok yeni bir yer olmasını istiyorum. İlk kez gideceğim bir yer olsun, daha önce üzerinde çok bir şeyler okumadığım, konuştukları dili bilmediğim bir yer olsun. Sakin bir mevsim yakalamak da çok önemli sanırım.

Son Soru: Ne zaman bu seyahati yapıyorsun?

Yanıt (deneme değil): Bu yaz!!!

Detaylara ilişkin notlarım izninizle bende kalsın:-)) Bu satıra kadar geldiyseniz, çok “ben” olan bu yazıya eşlik ettiğiniz için teşekkürler… Belki size de bu arada bir mola için bir şeyler çağrıştırmayı başarabilmişimdir…