Sihirbazın Tavşanı

Üç bin yıllık geçmişin hesabını yapamayan insan günü birlik yaşayan insandır.

Goethe

Kime ait olduğunu hatırlamadığım bir söz, “Okuduğunuz bir kitabı, ikinci kez okumak istemiyorsanız, ilkinde de zamanınızı boşa harcamışsınız.” diyordu. İlk kez karşılaştığımda da çok sevmiştim bu sözü. Hem okunacak daha çok kitap var, hem de okunacak iyi bir şeyler bulmak o kadar da kolay değil derken ki çelişki tadında bu saptama iyi gelmişti.

Sevgili Cengiz geçen haftalarda çok yıl önce okumaya başladığı ancak sadece 56 sayfasını okuyabildiği Sofi’nin Dünya’sına tekrar nasıl bir iştahla başladığından bahsettiğinde, okul yıllarında çok severek okuduğum Sofi’nin Dünyası'nı yeniden keşfetmeyi benim de çok canım çekti. Eve gelir gelmez biri Uğur’a biri de bana ait olan Sofi’nin İki Dünya’sından benimki ile aynı yolculuğa ikinci kez başladım. Yaklaşık yirmi yıl kadar önce hangi satırların altını neden çizdiğim üzerine düşünmenin, devam eden sayfalarda kenarlara aldığım notlar da var mıdır diye merak etmenin ve okudukça roman kurgusunu hatırlamaktan keyif almanın üzerine sadece bir soru sormak istiyorum bugün:-)

Kitap sorusu: Sizin ikinci kez, üçüncü kez okumak istediğiniz, her okuduğunuzda çok farklı satırlarının altını çizdiğiniz, baş ucu kitap adaylarınız neler?

Bugün Ne Yazıyorum?

Bugün, kitabın girişindeki Goethe’nin üç bin yıllık sorgulamasının ardından, kendi kendime de sorduğum, ne kadar/hangi zamanlarda meraklı olduğumuz/ olmadığımız üzerine yazmak istedim. Bu arada kitap ile ilgili geç kalmadan küçük bir hatırlatma için doğru satır kesinlikle tam burası:-) Sofi’nin Dünyası, 15. doğumgününükutlamak üzere olan Sofi’nin posta kutusunda bulduğu “Kimsin?” yazılı bir not ve devamında felsefe tarihi üzerinde yazılan mektuplardan oluşan 1990’lı yılların başından keyifli bir roman. Jostein Gaarder, fonda Sofi’nin yaşamına, dünyaya bakışına ilişkin roman kurgusu ile birlikte, tüm felsefe tarihinde üzerinde düşünülen soruları okuyucularla paylaşmaktadır.

 

Tüm roman örgüsünü başlatan ise posta kutusundaki “Kimsin?” sorusu ve hemen devamında gelen bir kaç ahiret sorusu:-)

- Ben nereden geldim?

- Ölünce nereye gideriz?

-Dünya nasıl meydana geldi?

-Tüm olan bitenin ardında bir anlam var mı?

- Ben kimim?

Sokrates öncesi düşünürlerden bu yana yanıt arandığını bildiğimiz sorular üç bin yıldan bu yana çok da fazla değişmeseler de, dönemler itibarıyla “doğru” yanıtların/ yanıt seçeneklerinin değiştiğini kabul edebiliriz. Sofi’nin Dünyası'ndan devam edecek olursam,Gaarder’in sihirbazın tavşanı metaforunu kullanarak şu soruyu sorabilirim: “Eğer biz sihirbazın şapkasından çıkardığı tavşanın üzerinde yaşayan minik minik böcekler isek (siz de benim gibi görselleştirerek anlayanlardansanız, böcek benzetmesinden hoşlanmamış olabilirsiniz, bu yüzden “minik minik” diyerek durumu toparlamaya çalıştım), ya tavşanın tüylerinin dibinde sıcak ve güvenli “günübirlik”yaşamlarımızı süreriz, ya da tüm filozofların ve çocukların yaptığı gibi en uzun ve en ince tüyün en tepesine tırmanmaya çalışıp, neler olup bittiğini anlamaya çalışırız. Hatta daha da ileri gidip Einstein gibi tavşanı şapkadan çıkaran sihirbazın gözünün içine bakmaya çalışırız.

Tanrınınn ne düşündüğünü merak ediyorum, geri kalanı sadece detay.

A.Einstein

Meraklı olmak yine dönüp dolaşıp geldiğim yer:-) Biliyorum ki tüm çocuklar merak ediyor ve soruyor, sonra yaşlanıyoruz, yaşamda bir yerlere gelmek çok daha önemli oluyor, ciddi insanlar oluyoruz ve merak etmekten vazgeçip, tavşanın tüylerinin dibindeki günübirlik “yoğun” yaşamlarımıza dönüyoruz. Ta ki çok sevdiğmiz birini kaybettiğimizde, işimizi kaybettiğimizde, yaşamın toz pembe olmadığını hatırladığımız anlarda tüylerin tepesine tırmanmak için bir şeyler bizi tetikliyor. Tüm çocukların sanatçı olduklarını, sorunun büyüdüklerinde nasıl sanatçı kalabileceklerini söyleyen Pablo Picasso’nun dediği gibi, merakımızı ve yaratıcılığımızı büyünce neden terk ediyoruz?

Sizin çocukken sorduğunuz sorular nelerdi? Çocukken neleri merak ederdiniz?

Benden iki çocukluk sorusu:

Bu soru kuvvetle muhtemel Jules Verne kitapları ile eş zamanlı:) Zamanda geriye gitsem, farklı bir seçim yapsam sonra bugüne gelsem, kaç tane Mine olur? Rastlantının Böylesi “Sliding Doors” senaryosunu yazana bir dolu çocuktan biriymişim ben de:-)

2. Bu soru da bir şekilde boyutları anlamaya çalıştığım, Erich von Daniken “Tanrıların Arabaları”nı ilkokul yıllarına denk geliyor. Biz üç boyutlu bir dünyada yaşıyorsak ve bizden daha çok boyutlu yaşayan paralel bir dünya varsa, onlar tarafından nasıl algılanıyoruz? Şöyle ki; çocuk bene göre tüm karıncaları iki boyutlu olduklarına göre, ben karıncanın üzerine kocaman kırmızı bir elma ile gelirsem, karınca elmayı sadece üzerini kaplan nokta olarak algılar. Peki biz paralel bir yerlerde karınca gibiysek, üzerimize kocaman bir elma geldiğinde ne yapacağız?

Sonuç: Annemi çok zorlamışım, küçükken:-)

Çocukken sorduğumuz soruların “gerçek” sorular olduğuna inanıyorum. Çocukken gerçekten daha berrak düşünebildiğimize inanıyorum, çünkü her şey bizim için yeni ve eşit uzaklıkta, geçmişten gelen varsayımlarımız yok. Büyüyünce “kopyala, yapıştır” düşüncelerle “mış” gibi yapabiliyoruz.

Soru: Tüm varsayımlarınızı yok saydığınızda, bugünkü deneyimlerinize dayanarak, yanıtını merak ettiğiniz soru ne olurdu?

Soruyu sormak devamında üzerinde düşünmek, bunu davranışlara yansıtmak gibi bir sorumluluk da yükler. İşte tam bu nedenden dolayı soru sormayı, merak etmeyi, yaşamımızın dönüm noktalarına mı erteliyoruz?

Mine Kobal Ok