Yaratıcılık Üzerine Farklı Bir Keşke

Eğer yaratıcılığa dayanan bir işiniz varsa, yazarsanız, müzik yapıyorsanız, kısa metrajlı filmleriniz ya da farklı bir sanat alanındaysanız, iyi bir şeyler başardığınızda devamında ne olacak sorusunun neden olduğu korkuyu da biliyorsunuz demektir. Çok satan bir kitabın hemen ardından, yazarla yapılan röportajın ilk akla gelen sorusu, ikinci kitabın hazırlıklarına ilişkin olur. Ya da iyi satan bir albüm çıkartan müzisyene hemen devam eden albüm de en az bu kadar satar mı sorusuyla yavaş yavaş yaratıcılık korkusu dayatılır. Ancak yaşamınızı sürdürmek için yaptığınız iş muhasebe, bankacılık, mühendislik gibi eski nesil anne babaların pek sevdiği türden bir iş ise, kimse sizi muhtemelen önümüzdeki ay da aynı başarıyı sürdürebilecek misiniz, ya da bu başarı size nasıl bir sorumluluk yüklüyor gibi sorularla sıkıştırmıyordur. 

Eğer bir kez bile, aynı başarıyı bir daha yakalayabilmem mümkün değil korkusunu duyduysanız, ya da sergileyebileceğim en iyi performansı zaten sergiledim diye düşündüyseniz yaratıcılık potansiyelinin kaynağı nereden geliyor sorusunun yanıtını da aramışsınızdır. Bu soruyu seviyorum “Yaratıcılık potansiyelinin kaynağı nereden geliyor?” Bugünkü bilgimize, seminer malzemelerine dayanarak verebileceğimiz ilk yanıt, hepimizin içinde yaratıcılık potansiyelinin olduğu olacaktır. Bazılarımız bu potansiyeli ortaya çıkaracak kadar cesur olabilirken, bazılarımız ise potansiyelinin çevresine kalın duvarlar örerek kendilerine ihanet etmektedirler. Hepimizin içinde de bir sanatçı mutlaka vardır, sadece daha şanslı olanlarımız bu alanının adının ne olduğunu keşfedebilirler ya da keşfetmek için odaklanmış olanlar potansiyellerini ortaya çıkaracak yolları bulabilirler. Bu soruya bugünkü bilgi düzeyimizle verebileceğimiz yanıtlar büyük bir olasılıkla önceki birkaç cümlenin etrafında dolaşacaktır. 

Benim bu yazıda yanıtını aradığım soru ise bu yanıtın biraz daha tarihsel gelişimiyle ilgili: Biz ne zamandan bu yana yaratıcılık potansiyelimizin tüm sorumluluğunu yüklenmeye başladık? 

Antik Yunan ve Roma Döneminde Yaratıcılığın Kaynağı Neredeydi?
O dönemlere baktığımızda yaratıcılık ve insanların potansiyelleri arasında müthiş bir ilişki tanımlandığını görmekteyiz. Yaratıcılık insana refakat eden kutsal bir ruhtu ve konu ile bilinmeyen bir yerlerden, bilinmeyen nedenlere gelerek, kimin ilham perileri olmak istediklerini seçiyorlardı. Yunanlılar, yaratıcılığın kaynağı olan bu kutsal refakatçi ruhlara Mousa (muse) diyorlardı. Tanrı Zeus’un dokuz güzel kızından her biri farklı görevi olan bir esin perisiydi. İlham perilerim gelmedi, ya da olumlu bir ifadeyle ne zaman ilham perilerim gelecek, ilham perilerimi bekliyorum dendiğinde aslında antik Yunan mitolojisine göre beklenen Zeus’un dokuz kızından biridir. 

* Tarih esin perisi olan Klio'nun adı, kutlamak övmek anlamına gelmektedir… Elindeki kağıt tomarı ve kum saati ile insanların unutulmaması gereken önemli olaylarını, eski zamanlarda yaşanmış büyük zaferleri dile getirdiği için tarih yazarlarını esinlerdi.

* Euterpe, flütüyle lirik şiiri esinler ve bulunduğu yere neşe saçardı…

Thalia’nın adı, doğanın canlanması anlamına gelmektedir. Elinde komedya maskesi veya çobandeğneği ile çoban şiirini ve komedyayı esinler, insanlara neşeyi ve kahkahayı öğretirdi… * Melpomene, tragedyayı simgeler. Bu yüzden bir elinde tragedya maskesi diğer elinde de Herakles’in sopası vardır. En büyük kahramanların üzüntülerini ve kederlerini trajik sahnelerle canlandırırdı.

* Terpsikhore, şiirin ve dansın esin perisidir. Elinde Liriyle insanlara esin verir. Dansın uyumunu ve ritmini düzenlerdi.

* Erato,. Elinde ketrasıyla, aşk şiirini esinler. Sevme ve sevişme duygularını uyandırırdı.

* Polymnia, tanrısal şarkıları ve sessiz tiyatroyu (pandomimi) esinler. Tanrıların büyüklüğünü anlatan, en eski, en güzel kasideleri okurdu.

* Urania, elindeki küreyle gökbilimini, astronomiyi sembolize etmektedir. Yıldızların, göklerin sırlarını yeryüzündeki fanilere açardı.

* Kalliope'nin adı güzel sesli anlamına gelmektedir. Destansı şiirin ve güzel söz söylemenin esin perisidir. Yerinde söz söyleyenleri, birde kahramanlık destanı söyleyen ozanları esinlerdi. 

Romalılar da aynı düşünceyi paylaşıyorlardı, onlar da bedensiz bu kutsal varlıklara "genius" (deha) adını vermişlerdi. Bunu öğrenmek aslında beni gerçekten rahatlattı… Şöyle düşünün çok iyi bir şeyler ortaya çıkardınız, çok satan bir kitabınız oldu, muhteşem bir albüm yaptınız, ya da seramik serginiz uluslar arası bir dolu önemli ödül aldı. Tüm bu başarıları sizin tek başınıza elde etmemiş olmanın bilinci, egonuzu nasıl da rahatlatacaktır. İlham perileri sizi seçmişler, siz de bu eserleri yaratmışsınız, çok da övünecek bir şey yok ortada; herkes de bunu böyle biliyor ve kabul ediyor. İkinci kez aynı başarı tekrarlamadığında sizin tek başınıza yapabilecek çok da bir şeyiniz kalmıyor. İlham perileri sizi seçmediler bu kez, olabilir deyip, hayatınıza devam edebiliyorsunuz. Başarı ya da başarısızlığı taşımak için bir ortağınız olması fikri aslında beni gerçekten rahatlattı. 

Hikaye Sonra Nasıl Değişti?
Batı dünyasında insanlar yaratıcılığa uzun bir süre böyle baktıktan sonra, Rönesans geldi ve değişen her şeyle birlikte yaratıcılık potansiyeli de nasibini aldı. Dendi ki; insanı evrenin ortasına yerleştirelim, bütün tanrıların ve bütün bilinmezliklerin üzerinde bir yerlere konumlandıralım. Artık mitolojik kahramanların yerlerini akılcı hümanizme bırakmasının sonucu olarak tarihte ilk kez, insana ilham perisinin gelmiş olması yerine, insanın kendisinin yaratıcı (dahi) olduğu söylenmeye başladı. Egoyu çok besleyen bir cümle olmakla birlikte, kişi üzerine yüklediği sorumluluk çoğu zaman yüksek sesle itiraf etsek de etmesek de kaygı uyandırmaktadır. Beş yüz yıllık geçmişi olan bir inanıştan bahsediyoruz, ayrıca bilimsel çalışmalar da beynimizin sonsuz potansiyelini doğruluyor, ancak yine de ilham perileriyle yaratıcı süreci paylaştığımızı düşünebilmek, antik Yunanlıları biraz da kıskanmak bana iyi geliyor. Her şeyden bağımsız tamamen çağrışımlarla, birbirleriyle ilgisiz gibi duran konular arasında bağlantı kurmak olarak tanımlanan yaratıcılık sürecinin çok da akılcı olduğunu, kutucuklara sığdırarak ifade edilemediğini biliyoruz. Buradan aldığım cesaretle ilham perileriyle olası ilişkimizi desteklemek istiyorum. Bu desteğin getirisi hem kocaman bir egonun önüne geçmek olmakla birlikte, işin sonucuna odaklanıp korkmak yerine, yaratma sürecinin keyfini çıkarmak olduğu sürece doğru olduğunu düşünüyorum. 

Son soru: Sizin ilham perileriniz nerede?