Yavaşlık

Zaman zaman hepimiz koşarak yaşamaktan yorulduğumuzu hissediyoruz. Bir şeyleri yetiştirip, ardından şimdi neyi yapmam gerekiyor diye acele yaşıyoruz. Toplantıya yetişiyoruz, toplantı için raporları yetiştiriyoruz, müşteri için hızlı hızlı teklif hazırlıyoruz, iş sonrası spora koşuyoruz, şanslıysak arkadaşlarımızda hafta sonu programlarını bir aralara sıkıştırıyoruz. Havaalanında uçak beklerken e-postaları yanıtlıyoruz, okumamız gereken yazıları uçakta okuyoruz, aralarda uyuya kalsak da iki sayfayı okumuş olabilmeyi bile artı puan sayıyoruz. Yüksek sesle kendimize bile itiraf edemesek de, bazen pek bir şikayet ettiğimiz bu koşturmadan, acelekolik olmaktan besleniyoruz bile… Bu kadar çok işimizin olması, tüm işlerin sonuçlanabilmesi için “bizim” önemli olmamız o kadar iyi gelebiliyor ki, üzerimize daha da sorumluluk almaya, daha da koşmaya devam ediyoruz, ta ki…

Bir yüzleşme anı yaşayana dek. O zaman gerçekten durup, “Ben ne yapıyorum?” diye kendimize soruyoruz. Bu noktada çocukların iyi bir yüzleşme malzemesi olduğuna inanıyorum. Bir arkadaşım dört yaşındaki oğlunu iş dönüşü onu dinleyemeyecek kadar yorgun olduğu için geçiştirdiği anda bu yüzleşmeyi yaşarken, diğer bir arkadaşım ikinci çocuğunu parka çıkardığında, onu salıncakta izlerken, ilk çocuğu ile böyle bir sahneyi kaçırmış olduğunu fark ettiğinde kendi kendini sorgulamaya başladı.
Sorgulamanın ilk sorusu ise genellikle “Ne zaman hızlanmaya başladım?” olur. Devamında gelen soru ise “Nasıl yavaşlayabilirim?” olur. Bu yazıda bahsetmek istediğim aslında ikinci sorunun yanıtı, çünkü ilk soru için yapılabilecek çok fazla bir şey kalmamıştır. Zaten hızlandık, zaten çok fazla düşünmeden sadece bir şeyleri yetiştirmiş olmak için, kontrol listesinde yapıldı diye üzerini çizmiş olmak için, günlerimizi karıştırmak pahasına, oradan oraya koşuyoruz. Hızlanmaya üniversite yıllarında ya da iş yaşamında ikinci terfi sonrasında İstanbul’a taşınarak başlamış olmak arasında, kendimizi ne kadar yorgun hissettiğimiz dışında hiçbir fark yok. Eğer bir yüzleşme anı yaşadıysak ve bedenimiz bize bir “dur” mesajı verdiyse artık üzerine odaklanmamız gereken sorunun “Nasıl yavaşlayabilirim?” olduğunu düşünüyorum.
Nasıl yavaşlayabilirim?
İnternetin ceplerimize girmesi ile birlikte çok daha hızlandık, tüm meraklı sorularımız facebook ile anında yanıtlanıyor oldu; kim, nerede, kiminle, ne yapıyor, bu durumu kimler beğendi gibi… Artık çok doğal kabul ettiğimiz, olmasının bir artı değil, olmamasının kocaman bir eksiklik olduğu bu teknoloji ile yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Yavaşlayabilmek, anın tadını çıkarabilmek için teknolojiyi hayatımızdan çıkaralım demiyorum, ya da şehirlerden taşınıp kendimize deniz kıyısında sakin bir kasaba bulalım da demiyorum, çünkü tüm bunların çok etkili olduğunu bilmek ile birlikte konunun daha altında yatan, daha güçlü ve etkili bir öz olduğunu düşünüyorum: Zamanı nasıl algıladığımız… Şöyle ki batı toplumlarında düzlemsel bir zaman çizgisi ile geçmiş zaman, şimdi ve gelecek zaman düz bir çizgi üzerinde resmedilir ve batılı zihinlerde zaman algısı böyle şekillenir. Doğuya doğru gidildikçe zaman algısı daha döngüsel olduğu için, bir yerlere yetişme telaşının yerini hep bir sakinlik ve bir kabul ediş alır. Biraz daha nedenlerini sorgulayıp detaylandırabileceğimiz bu iki farklı zaman algısının bizim toplumumuza etkileri nasıl olmuştur diye sorduğumuzda, vereceğimiz yanıtlar gerçekten eğlenceli ve renkli olacaktır. Bizim toplumumuzu biraz daha hareketli, hem öngörülebilir, hem de sürprizlerle dolu kılan da işte her iki farklı kültürden gelen zenginlikler olduğunu düşünüyorum.
Eğitim sistemimizle birlikte başlayan, devamında profesyonel yaşam ile pekiştirilen zamanın sonlu bir kaynak olduğu, daima akıp gittiği, ya kullanırsın ya da kaybedersin, zaman paradır gibi cümleler bizim bu kadar hızlanmamızda önemli bir neden oluşturmaktadır. Daha az zamanda daha çok işler yapmaya çalışırız, günün her anını bitiş çizgisi olan bir yarışa dönüştürürüz, asla varamadığımız bu bitiş çizgisi bizi gittikçe hızlandırır. Çünkü batılı yanımız biliyor ki, hızlı olmak her zaman iyidir, daha fazla meşgul olmak var olmuşumuzun doğal bir sonucudur. Batı kültüründen etkilenen bu zaman algımızın biraz daha derinlerine baktığımızda ise arka planda inançlar ve değerler ile karşılaşmaktayız. Çok yüzeysel bir yaklaşım ile dünyaya sadece bir kez geliyorsak, her şeyi kısacık bu yaşamımıza sığdırmayı öğrenmemiz gerekmektedir.
Doğulu bir bakış açısıyla, döngüsel zamana baktığımızda ise hiçbir şey için acele etmeye gerek olmadığını anlatan cümleler ile karşılaşırız. Dört yüz kez gelinen bir dünyada bir şeylere yetişmek için kimsenin acelesinin olmaması çok doğal olmaktadır. Bu yaşamımda yapamadıysam, bir sonrakinde tekrar denerim diyebilmenin rahatlığı, tüm kültüre sakinlik olarak yansımaktadır. Turuncu çarşaflarıyla karma felsefesi paralelinde hiçbir şey yapmamaya çalışan, günün önemli bir kısmını meditasyon ile geçiren ve tüm zevklerden arınarak yaşayabilmek için kendini keşfetmeye çalışan bir anlayıştan küçük dokunuşlarla da olsan etkilenen bir toplum olarak bizlerin, istediğimiz sahnelerde kaderci, kabul edici, daha sakin, daha ruhani bir tutumu da çok rahat sergileyebilecek potansiyele sahip olduğumuzu düşünüyorum.  
Soru: Sadece kendinize baktığınızda sizde genetik miras olarak batılı zaman algısı mı yoksa doğulu zaman algısı mı öne çıkmaktadır? Sorunun b şıkkı: Yaşamınızın hangi alanlarında zaman algınızın nasıl şekillendiğini düşünüyorsunuz?
Bu iki soru üzerinde düşündüğünüzde, verdiğiniz yanıtlar “Nasıl yavaşlayabilirim?” sorusu için de çok etkili bir başlangıç noktası olacaktır.
Yavaşlamak için küçük bir başlangıç önerisi- Yavaş Yemek Hareketi:
Yavaş Yemek, ekolojik ve yerel mutfakları ve dayandıkları tarım tekniklerini korumayı hedefleyen Sosyolog Carlo Petrini tarafından başaltılan bir hareket… Fast-food’un yemek kültürünü yok etmesine, sosyalleşmeyi öldürmesine ve geleneksel tatların yerini alacak sağlıksız bir alternatif olmasına dikkat çekmek amacıyla, 1986 yılında Roma’da açılan Mc Donald’s önünde sağlıklı, ucuz ve lezzetli “penne” makarnasını dağıtarak başlayan bu hareket bugün tüm dünyaya yayılmış durumdadır. Kendisini eko-gastronomik bir fraksiyon olarak tarif eden bu akımın mottosu ise “Az yiyin, iyi yiyin”dir.
Zamanımız azalmadı, sadece zamanın kölesi olduk. Dedelerimizi günde 13 saat çalışıyordu, biz onlardan daha az çalışıyoruz. Fakat bu süreye daha fazla şeyi sığdırmaya çalışarak.              Carlo Petrini
Biraz zaman geçirmek için:
 “In Praise of Slowness” Yavaşlığa Övgü” Carl Honore
www.carlhonore.com
Ekin Sapı Devrimi- Masanobu Fukuoka
http://fukuokafarmingol.info/
 http://www.slowfood.com/
 
http://minekobalok.blogspot.com/