Yazmak Üzerine
Sabah öylesine açık kalan televizyonda, Büyükada Yemekleri ile ilgili bir programına şöyle kısa bir an gözüm ve kulağım kaydığında Sait Faik'in “Haritada Bir Nokta” Son Kuşlar’ından kısa bir bölümün okunduğunu farkettim. Daha sonra akşam yeni okumaya başladığım Yıldız Silier’in Oburluk Çağı kitabının ilk sayfalarında Sait Faik’in aynı cümleleri ile karşılaşınca yeni yazı başlığımı da bulmuş oldum.
 
Önce Sait Faik’den
“Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs ve hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kağıt kalem aldım. Oturdum. Ada’nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yontukktan sonra öptüm. Yazmazsam deli olacaktım.”
 
Soru: Neden Yazıyorum?
 
Neden yazdığımı anneme sorarsanız, size beş yaşındayken bizim sokaktaki bakkaldan nasıl kovulduğumu anlacaktır. Annemin beni bakkala her gönderdiğinde para üstünü kalem ve defter yatırımında kullanmamdan artık bıkan bakkalımızın “Ben artık sana defter veya kalem satmıyorum” isyanı o yaşlardan başlayan kırtasiye tutkumu gösterecektir sanırım. Sonuçta o dönemin modası ile de paralel ve biraz da annnemin “hevesli” olmasınının etkisiyle tüm defter ve kalem harcamaları öğretmenlerin “pek hoşlandıkları” okul öncesinde okuma yazmayı öğrenmiş olan çocuklardan biri oldum.
 
“Ali topu tut”, “Mum” gibi kelimeleri sayfa sayfa yazarak başladım yazmaya… Oyuncak, top gibi isteklerim hiç ağlamadım, bir kutu kalem veya defter için ise deli gibi kıyamet koparırdım.
 
Bugün de durumum pek farklı değil. “Yedisinde neyse yetmişinde odur” cümlesini bir kez daha doğrulatabiliyorum. İlk gördüğüm ayakkabıyı alarak ne kadar hızlı alışveriş yapabildiğim ile gurur duyan ben, herhangi bir kırtasiyecide ya da kitapçıda zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamadan bir kaç saat kalabiliyorum. Hiç üşenmeden yeni çıkan renkli kalemlere tek tek bakıp, oradan şekerci dükkanındaki çocuk gibi defterleri karıştırmaya geçebilirim. Bir dolu başlıkta kendime bütçe belirleyip, alışveriş diyeti yapabilsem de kitap ve kırtasiye rejimi yapabilmem asla mümkün değil…
Sonuç: Evde ve ofiste çok sevdiğim kocaman kutuların içinde ambalajları ile duran renkli renkli bir dolu gurur duyduğum defterim var.
 
Geçmiş ve bugünun durum özeti sonrasında ne kadar sağlıklı olduğu sorgulanmaya açık kırtasiye tüketimi gerçeği ile birlikte aynı soruyu kendime soruyorum: Neden yazıyorum?
 
-Yazmamanın ne olduğunu bilmediğim için yazıyorum.
-Yazmadan durmadığım için yazıyorum.
-Yazmaktan keyif aldığım ve iyi geldiği için yazıyorum.
-Yazarak öğrenebildiğim için yazıyorum.
-Daha sonra yazdıklarımı okuduğumda o yazıyı yazmış olan “beni” görebilmek için yazıyorum.
-Kimse okumasa da yazıyorum.
-Birileri okuduğunda ise mutlu olmak için yazıyorum.
-Yazı yazan diğer kişilere daha yakın hissetmek için yazıyorum.
 

Nasıl Yazıyorum?
 
Ortaya çıkan yazıdan bağımsız, yazma anlarını da çok seviyorum.
 
Öncelikle yazı yazmak kendimle kalabildiğim anlar anlamına geliyor. Kimse tarafından rahatsız edilmiyorum, sadece yazı yazdığım için. İstediğimi düşünüp, tüm çağrışımların tadını çıkarabiliyorum, oradan oraya atlayabiliyorum yazarkenO
 
Havalimanına uçuş saatinden çok önce gelip sadece kahvemi alıp bir masada yazabiliyorum. Blogdaki yazılarımın büyük bir çoğunluğunu uçak beklerken ya da havada yazdım. Geriye dönüp baktığımda dergilerdeki bu ayın yemek tariflerini okumaktan daha iyi bir şeyler yaptığımı düşünüyorum.
 
Yazıyor olmak ve blog gibi sürekli bir yayın sorumluluğunda yazıyor olmak, sürekli benim için demlenecek bilgi biriktirmek anlamına geliyor. Yazabilmek için yeni bir şeyler okumam gerekiyor, düzenli yazabilmem için düzenli bir okuma programımın olması gerekiyor. Amazon.com’un satış hedeflerini gerçekleştirmesinde önemli bir destek sağladığını düşündüğüm bu tutumun sonucu evin her türlü köşesinde dolaşan aşağı yukarı aynı başlıklardaki bir dolu kitap oluyor. Mutfakta Mark Vernon’un Antik Yunan felfesini bugüne taşıyan kitabı, salonda masanın üzerinde Haidt’in Mutluluk Hipotezi, koltuğun yanında yeni okumaya başladığım Yıldız Silier’in Oburluk Çağı ve yatağımın baş ucunda ikinci kez okuduğum Ben Shahar’ın kitabı var. Çantamda ise Woody Allen’dan keyifli bir deneme, iki not defteri ve bir kalem kutusu ile dolaşıyorum.
 
Her şey bu kadar pembe mi?
 
Yazıyor olmak beni mutlu ediyor, bununla birlikte kaygılandırıyor da… Çünkü;
 
-Çok derin, başını sonunu okumuş ve sindirmiş olmamın mümkün olmadığı felsefi başlıklara dokunduğumu biliyorum. Cüretkarlık sınırını zorlayan cesaretim beni kaygılandırıyor çoğu zaman. Bu yüzden, saptamalardan çok sorgulayıcı bir yaklaşım ile yazıyorum…
 
- Kendi yaşamını teşhir ediyormuş olmaktan, arkasında bir bilgi olmadan içinde sadece “özel ilişkiler” olduğu için puan kazanan yazılar yazmaktan kaygılanıyorum. Diğer taraftan kendimle de ilgili yazıyor olmanın “sahiciliği” bereberinde getirdiğini düşünyorum. Bu nedenle, dengeyi koruyacak sınırlara çok dikkat ederek yazıyorum.
 
- Yazmak “iz bırakmak” anlamına geliyorsa, bırakmak istediğim iz bu mu kaygısını da yaşıyorum. Bir sonraki ay ya da önümüzdeki yıl tüm bu yazdıklarım çok sevimsiz, manasız veya acemice çaba gibi gelebileceğini biliyorum. Eğer yayınlamazsam, bir yerlerde paylaşmazsam tüm yazdıklarım defterlerde ve karton bir İkea kutusunda da kalabilir, hem de hiç bir risk taşımadan. Tüm kaygılara inat, yazım hatalarımla, düşün cümlelerimle ya da akmayan içeriğimle paylaşıyorum. Biliyorum ki en olumsuz olası sonuç bile, hiç bir şey yapmamış olmaktan iyidirO
 

- Yazmak benim Mihály Csíkszentmihályi’nin psikolojiye kazandırdığı “Akış” hali gibi… Saate hiç bakmadan, etrafımda neler olduğunu hiç farketmeden öylece kelimelerin çıkmasına fırsat vermek, aynı zamanda beceri sınırlarımı zorladığım anlamına geliyor. Beceri sınırlarının zorlanması, kaygıyı getirmekle birlikte işin keyifli yanı…
 
Yazı yazmak ile ilgili farkıda olduğum kaygılarımı da seviyorum. Her yazıyı paylaşma cesareti gösterebildiğim sürece kaygılarımın çok işe yaradığını düşünüyorum.
 
Son bir kaç soru:
 
-Sizin kaygılarınıza rağmen yapmaktan zevk aldığınız ve yapmadan duramadığınız neler var?
-Daha da keyif alarak yapmak için daha farklı neler yapabilirsiniz?
-Aldığınız keyfi yaşamınızın diğer alanlarına yansıtmak için neler yapabilirsiniz?
Mine Kobal Ok